Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Dehanın Bulanık Sularında: Genius - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Dehanın Bulanık Sularında: Genius

Acıyla yoğrulan bir hayatla demlenen  modern birey ve kendi zihinsel dehlizlerinde saplanıp kalan ölgün ruhlar arasındaki farkı ayırt edebilmek çoğumuz için imkansızdır. Ancak Jude Law’ın gerçek bir adanmışlıkla canlandırdığı Thomas Wolfe’un, kan çanağı gözlerini görüp, histerik yazma nöbetlerine şahit olan hiç kimse görünmez fırtınasının sesini duyurmak için bunca gümbürtü çıkaran birinin samimiyetinden şüphe edemez. Üstelik her bir kelime için ruhlarının derinlerinde sonsuz kazılara girişen pek çok yazarın aksine, Wolfe ne zaman duracağını asla bilmemektedir. Yada gerçekten durmayı istiyor mudur?

Tabii bu direngen dehanın ehlileştirilmesi görevi de dahileri tespit etmede tıpkı bir radar kabiliyeti gösteren Maxwell’e düşer. Yazarın 5000 kelimelik destanından piyasaya sürülebilecek bir eser çıkarma işi elbette uzun soluklu ve zorlu bir sürece gebedir. Look Homeward, Angel(Eve Doğru bak Meleğim-1929) ve Of Time and the River (Zaman ve Nehir-1935) vücuda gelene kadar her hece üzerine sayısız tartışma yaşanır.

Fırtınalı çalışma ilişkileri boyunca Wolfe yeteneğinin Perkins olmadan anlamlı olup olamayacağı konusunda güvensiz bir tavır sergiler; (sanat sanat için mi toplum için mi? çelişkisi) üstelik bu arkadaşlık Perkins’in eşini ve Wolfe’un tiyatro tasarımcısı sevgilisi Aline Bernstein da dahil herkesi dışlayıp karanlıkta bırakan bir nitelik de kazanır. İşte burada “ilham ve onun yangın söndürücüsü” gerçek sanatın anlamını ortadan kaldırmaya yeltenirler. Pencerenin dışında, Büyük Buhran’ın dumanlı havasıyla yoğrulan New York parçalara ayrılmaktadır. Wolfe’a göre Perkins “ Bir parça çirkin Carolina kilini” alıp ondan muhteşem, nazik ve el değmemiş bir şey yaratmaktadır. Wolfe’un yazını da aynı caz çağının ahenksiz ezgileri gibi gürültülü, akortsuz, ancak tuhaf biçimde şaşalı ve dokunaklıdır.

Yönetmenin ayrıntılı anlatımı ve çalışmaya yaklaşım şekli, seyirciyi de söz konusu figürlerin cazibesine kapılıp sarhoş olmaya davet eder. Ki bu, talepkar, şatafatlı, üzerine çokça düşünülmüş böylesi bir film için bile aşırıya kaçan bir istektir. Müzikle marine edilmiş sahnelerde, editörün katı kuralları, duvarlarda bir panayır çığırtkanının sesi gibi tiz ve geçit vermez; yankılanır. Sızı içindeki şairin ruhu yerine kendi belleğinin çitlerine çarpıp geri dönen bir yankı. Sözcüklerin akıp durmasını engelleyemeyen bir yazarın sesini ileten diyaloglar  hepsi hep bir ağızdan dalgalanır durur.

Buna karşın, Firth’ün tevazu dolu, vakarla çınlayan tavırları, beyninde çakmakta olan şimşekleri zarafetle sarmalayan ve derinlere gömen halleri, fırtınadan önceki sessizliğin habercisi gibidir: Her şeyi o kadar içinde yaşar ki, adeta kapalı bir kutu gibidir, bir mektubu okumak için bile ayağa kalkıp kapısını kapatmak zorundadır. Yada Wolfe’un uyum sağlamakta adeta bir eldiven olduğu caz kulübünde empati kurmaya ne kadar açık olsa da ‘başka bir dünyadanım’ diye haykırdığı anlarda, Wolfe’un orkestradan klasik bir parça olan “Flow Gently, Sweet Afton” şarkısının canlı bir versiyonunu istediği ve yayınevinin yıldızı Henry James ile aralarındaki zıtlığı örneklemeye çalıştığı sahnedeki kadar rahatsızdır. Ama mesajı almada asla gecikmez. Zaten o alışkanlıkla, ezbere icra ettiği gayri ihtiyari jestleriyle yontmaya, eksiltmeye sadeleştirmeye  meyilli olsa da herkesi olduğu gibi kabul edecek kadar bilge biridir. Yine de sabır da tevazu da bir yere kadardır, anonim bir sözün dediği gibi: “ Sabırlı insanlara dikkat edin, onlar sabırları bittiğinde limanları yakarlar gemileri değil.”

İlk kitabın yayınlanmasından sonra, uzunca bir tatile çıkan Wolfe’un dönüşü Perkins’le ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Yazarın editörün kitap başlıklarıyla ilgili nasihatini dikkate aldığını eserine “ Eve Doğru Bak Meleğim” adını vererek gösterdiği jeste karşılık Perkins’de kapalı alanlarda bile şapkasıyla pardösüsüyle dolaşan vakur kalender beyefendi çizgisinden kayarak harap apartmana camı tekmeleyerek girmekte sakınca görmez. Filmin durgun, neredeyse renksiz sepya tonlaması ve Buhran’ın ölü toprağını karakterlerin üzerinden silkeleyen caz müziğinin canlandırıcı nefesi, Wolfe’un yerinde duramayan hezeyanla dolu tavırları ve Perkins’in gözeneklerinden fışkırmak için sabırsızlanan gizli öfkesi arasında fani ancak yok olduğu ana dek son derece güçlü bir denge yaratır. Ne yazık ki bu etki, Wolfe’un yazar krizinden muzdarip Fitzgerald’a çıkıştığı talihsiz gecede son bulur. Perkins’in patlaması bir Big Bang değildir, ancak karakter için yine de büyük bir aşamadır; ki bu vesileyle Wolfe’un da bu kişiliğin dengelenmesinde büyük rol oynadığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu isyan daha çok oğlu tarafından hayal kırıklığına uğratılan bir babanın haklı serzenişi gibidir. Kucaklayıcı ama tokadı indirmekte tereddütsüz.

Wolfe’un sevgilisi Aline (Nicole Kidman) ise bütün bu güçler savaşının içinde sadece sahiplenmek isteyen, elinden kayıp giden ‘saplantı objesine’ var gücüyle tutunan bir kadın portresi çizer. Ya çok hasta yada çok aşık. Yine de bu ikisi arasındaki fark yada hangisi olduğuna dair sorunun cevabı kadının Perkins’e silah çektiği sahnede bile açıklığa kavuşturulamaz.

Finalde, Wolfe’un hastalığının sekteye uğrattığı yaşamı, acıklı ama bir amaç uğruna feda edilmiş zayiat görünümü çizer. Wolfe belki Perkins’in de dediği gibi ‘hayatın gerçek acılarına’ maruz kalmamıştır. Ancak kendiyle savaşında galip gelerek arkasında bir miras bırakmayı başarmıştır. Bu noktada film, gerçek dehanın durdurulamaz içgüdülerin dürtmeleriyle şekillenen bir sonuç mu yoksa o dehayı şekillendirmeye muktedir bir sezgi mi olduğuna dair algılanması oldukça güç bir soru sorar. Ve belki de bu sorunun cevabını Wolfe’un ölmeden önce yazdığı son satırlarda bulmak mümkündür: Her zaman seni düşünüyorum ve sanki senin gibi hissediyorum. 4 Temmuz’da benimle teknede buluştuğunda, nehrin üzerindeki kafeye gittik ve bir şeyler içtik. Sonra terasa çıktık ve şehre tepeden baktık. O yüksek binanın tepesinde, yaşamın ve şehrin tuhaflığı, görkemi ve gücü aşağıda kalmıştı.” 


Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler Platformu, Sinema Editörü
z.s.gencer@sosyalbilimler.org


Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.