Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Frankfurt Okulu Bir Asırdır Modern Toplumlarda Tahakkümün Nasıl İşlediğini İnceliyor - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Frankfurt Okulu Bir Asırdır Modern Toplumlarda Tahakkümün Nasıl İşlediğini İnceliyor

1923 yılına gelindiğinde, en azından Avrupa’nın büyük bir kısmında silah sesleri susmuştu. Buna rağmen Almanya’da bir grup genç akademisyen, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan toplumsal çalkantının hâlâ bir felaket yaratabilecek potansiyele sahip olduğunu düşünüyor ve bir toplumsal araştırma enstitüsünün bu zorluğun üstesinden gelmek için gerekli bir adım olduğuna inanıyordu.

Felix Weil, Max Horkheimer ve Friedrich Pollock henüz yüzyılın başlarında Frankfurt’ta böyle bir enstitü kurma fikrini ortaya atmıştı. Bu isimler, gelecek için daha insancıl ve adil bir model bulabilmek amacıyla toplum üzerine hem teorik hem de ampirik araştırmalar yapacak, aynı zamanda Kasım Devrimi’nin ve Almanya’daki diğer devrim girişimlerinin neden başarısız olduğu üzerine kafa yoracak bir yapı tasavvur ediyordu. Bu fikir, Frankfurt Üniversitesi’nin hayırseverlerinden biri olan Weil’in babası tarafından destek gördü.

Enstitünün ilk müdürü Carl Grünberg, enstitüye kurumsal çerçevede Marksist bir nitelik kazandırdı. Açılış konuşmasında Marksizme olan bağlılığını tutkuyla dile getirdi ve araştırma faaliyetlerinde tarihsel-materyalist yöntemleri kullanacaklarını beyan etti. Enstitünün kurulması için çeşitli aktörlerin ve idari makamların onayının alınması gerektiğinden, Weil başlangıçta 1922’deki kuruluş belgesinde “Ezopça bir dil” kullanarak Marksist yönelimi gizledi.

Grünberg’in 1923’te araştırma programını açıkça Marx’a atıfta bulunarak tanımlaması, Frankfurt Üniversitesi’nde ve çevresinde çalışan pek çok muhafazakârı hem şaşırttı hem de şoke etti. Grünberg 1911’de Archiv für die Geschichte des Sozialismus und der Arbeiterbewegung (Sosyalizm ve İşçi Hareketi Tarihi Arşivi) dergisini kurmuştu ve bu dergi enstitünün ilk yıllarındaki en önemli yayın oldu.

Adorno, Horkheimer ve Benjamin, Kolaj: Talha Dereci

Enstitü kamusal faaliyetlerine 1923 yılının Whitsun’ında, kıtanın dört bir yanından György Lukács, Karl Korsch ve Karl August Wittfogel gibi birçok genç sosyalist entelektüelin katıldığı “Erste Marxistische Arbeitswoche” (“Birinci Marksist Çalışma Haftası”) ile başladı. Bu dönemde enstitü, Grünberg’in tanınmış bir editör olan David Ryazanov ile işbirliğinden kaynaklanan diğer uluslararası değişim formlarına da iştirak etti. Ryazanov ve Grünberg’in çevresindeki Avusturyalı Marksistler 1911 yılında Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazılarının eksiksiz bir edisyonunu yayımlama konusunda anlaşmıştı. Komünist Enternasyonal’in Beşinci Kongresi’nin kararıyla, Moskova’daki Marx-Engels Enstitüsü’nün direktörü olan Ryazanov, 1924’te Frankfurt’a gelerek enstitüyle işbirliği içinde eksiksiz basım üzerinde çalışmaya başladı.

Çalışanlar yıllarca Marx ve Engels’in yazılarını taramak, arşivlemek ve belgelemek için çalıştı ve 1927’de eksiksiz bir edisyonun ilk bölümü tamamlandı. Ne var ki, bu işbirliği çatışmalardan azade değildi —her daim nesnellik ve bilimsel bir üslup için çabalayan enstitü, bu projenin politik olarak araçsallaştırılmasına giderek daha fazla karşı çıktı ve bu da 1928’de işbirliğinin ortaklaşa feshine yol açtı. Moskova çoğu zaman buyurgan bir tavır takınmıştı. Frankfurt’taki editörler, Weil’in 1928’de yazdığı gibi, Stalinizasyona karşı direndi: “Benden, bilgi isteyen insanları bu koşullar altında Moskova’ya gitmeye ikna etmemi bekleyemezsiniz; bununla maddi koşulları değil, diğer koşulları kastediyorum…”

Grünberg’in enstitünün ilk müdürü olma görevi de aynı yıl sona erdi, zira felç geçirmesinin ardından artık görevlerini yerine getiremeyecek durumdaydı. Max Horkheimer bir sonraki direktör olarak görevi devraldı ve enstitünün odağını ortodoks Marksizm’den disiplinler arası bir yaklaşıma kaydırdı: onun liderliğinde sosyo-felsefi, sosyolojik, ekonomik, edebi ve psikanalitik disiplinler birleştirildi ve bu farklı disiplinlerden çalışanlar enstitüye dahil edildi. Zeitschrift für Sozialforschung (Toplumsal Araştırmalar Dergisi) ile 1930’lar boyunca Leo Löwenthal, Friedrich Pollock, Theodor W. Adorno, Erich Fromm ve Walter Benjamin gibi önde gelen yazarlarla akademik tartışmalara öncülük eden bir yayın oluşturuldu.

Toplumsal Araştırmalar Dergisi

Max Horkheimer’ın Toplumsal Araştırmalar Dergisi için belirlediği amaç, toplumsal olanın incelenmesine yönelik geniş bir yelpazedeki çalışmaları ve yaklaşımları bir araya getirmekti. Bu nedenle derginin ilk önsözünde belirttiği gibi, dergiye günümüz “toplumunu bir bütün olarak” inceleme amacını yüklemiştir. Dergi, ampirik çalışmalardan uzaklaşmamalı yahut saf teorik tartışmalar içinde kaybolmamalı, aksine bunları birbirine bağlamalıydı. Böylece dergi, dünyaya bakışın farklı yollarının bir derlemi olabilmeli ve güncel tartışmalar içinde bu yollar için her daim somut referans noktaları bulabilmeliydi.

Buna psikanalizden Fromm veya edebiyattan Löwenthal gibi kendi disiplinlerinden farklı uzmanlar da katkıda bulundu. Amaç, disiplinler arası ampirik çalışmalar yoluyla, pozitivist bilim düzeninden de sıyrılarak mevcut koşulların bir eleştirisini formüle etmekti.

Dergi aynı zamanda enstitünün tarihi açısından da bir örnek teşkil etmektedir. Derginin 1932’deki ilk sayısı henüz Almanya’da yayımlanmış ve gelecekteki olası bir rejim olarak Nasyonal Sosyalizm’i ele almışken, sonraki sayılar Paris’te, son iki sayı ise New York’ta yayımlanmıştır. Nasyonal Sosyalizmin gelişmesi ve enstitünün İsviçre ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde konumlanmasıyla birlikte toplumsal gelişmelere bakış açısı da değişmiştir. Ancak dergi hiçbir zaman yalnızca politik bağlamlar üzerine bir çalışma niteliğinde olmamış, aynı zamanda Adorno’nun Richard Wagner üzerine yazdıkları gibi estetik değerlendirmeleri de bir araya getirmiştir.

Toplumsal Araştırmalar Dergisi‘nin ilk sayısının kapağı ve içindekiler bölümü. Dergi .pdf formatında tam metin olarak buradan indirilebilir.

Eleştirel Teori ve Sürgün

Nazilerin iktidara gelmesinden önceki erken dönemde Horkheimer ve meslektaşları, sosyalist devrimin neden Marx’ın öngördüğü gibi gerçekleşmediğini anlamak için çalışmalar yürüttü. Aile, kişilik ve otorite üzerine yaptıkları çalışmalarla, işçi sınıfının önemli bir bölümünün sosyalist devrim fikriyle değil, muhafazakâr politik görüşlerle özdeşleştiğini ortaya koydu. Sonuç olarak enstitü ve çevresi, Almanya’da otoriter bir yönetimin başa geçeceği öngörüsüyle giderek daha temkinli davranmaya başladı.

Horkheimer 1932’de Cenevre’de enstitünün Internationales Arbeitsamt’a (“Uluslararası Çalışma Bürosu”) bağlı, resmî amacı araştırma faaliyetlerini yürütmek olan ama aynı zamanda olası bir sürgüne hazırlık niteliği de taşıyan bir şubesini kurdu. Onun yönetiminde Toplumsal Araştırmalar Dergisi Paris’e taşındı ve vakfın fonları Hollanda’ya aktarıldı. Horkheimer yakalanmamak için farklı otellerde yaşamaya başladı.

Alman filozof ve sosyolog Max Horkheimer, 14 Şubat 1960 tarihinde kendisine verilen onursal vatandaşlık beratına bakıyor. Sağında nükleer fizikçi ve Nobel ödülü sahibi Otto Hahn ve solunda Hessen Eyaleti Kültür Bakanı Ernst Schütte. (Fotoğraf: Koll/Getty Images)

Ne var ki, yaptıkları planlar toplumsal çalkantıların keskin gerçekliğiyle karşılaştı. Enstitünün ilk Frankfurt dönemi 1933 yılında Gestapo (gizli devlet polisi) tarafından enstitüye ve arşivine el konulmasıyla sona erdi ve enstitü kapatıldı. Horkheimer, sürgün yılları boyunca enstitüyü önce Cenevre’den, sonra da Amerika Birleşik Devletleri’nden yönetti ve sürgüne giderken çalışanları da yanında götürerek çalışmalarını sürdürmeye çalıştı. Geçmişin bu hüzünlü faslı, Benjamin gibi Nazi rejiminin kurbanı olan eleştirel teori düşünürlerinde özellikle belirgindir.

Geleneksel ve Eleştirel Teoriler

Enstitünün Horkheimer, Adorno ve Herbert Marcuse gibi diğer üyeleri çalışmalarını Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde devam ettirdi. Bu süre zarfında, toplumsal yaşamı şekillendiren temel güç yapılarını ortaya çıkarmayı ve bunlara meydan okumayı amaçlayan, toplum ve kültürü incelemeye yönelik Marksist ilhamlı bir yaklaşım olan eleştirel teori geliştirildi.

Max Horkheimer’ın iki sosyal teori biçimini karşılaştıran ve kıyaslayan ufuk açıcı makalesi “Traditionelle und kritische Theorie” (Geleneksel ve Eleştirel Teori) bu yaklaşımı anlatıyordu. Horkheimer, toplumsal düzen ve istikrara odaklanan geleneksel teorinin toplumu anlama ve değiştirme kabiliyetinin sınırlı olduğunu savunur. Toplumsal sorunları bireyler üzerinden konumlandırır ve böylece toplumsal çelişkileri yeniden üretir.

Buna karşılık, toplumdaki güç ve tahakküme odaklanan eleştirel teori, statükoya meydan okumayı ve toplumsal değişimi teşvik etmeyi amaçlar. Horkheimer, her seferinde yeniden başlamaktan ve entelektüel tutumlar ile bunların toplumsal zemini arasındaki ilişkiyi kavramaktan meydana gelen eleştirel duruşun önemini vurgular. Horkheimer, insanlığın geleceğinin eleştirel teorinin varlığına ve onun sosyal adalet ve eşitliği teşvik etme yeteneğine bağlı olduğuna inanıyordu.

Walter Benjamin

Karşılaşılan tüm zorluklara rağmen, sürgün yılları aynı zamanda muazzam bir üretkenliğe de sahne oldu. Toplumsal Araştırmalar Dergisi’nde çığır açan çalışmalar üretildi – her zaman, müdahil olamasa bile müdahale etmenin gerekli olduğu inancıyla. “Ama” diye diretti Horkheimer, “Enstitü fikri böyle bir gerçekliğe bu denli kolayca boyun eğmek değildi. Belki olacak, ama en azından direniş göstermeden olmayacak.”

Enstitü, sürgünde geçirdikleri yıllar boyunca yalnızca savaşın pençesindeki Avrupa’yı izlemekle kalmadı, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gelişmeleri de dikkatle takip etti. Faşist kışkırtıcıların konuşmaları analiz edildi, kitle iletişim araçları olarak radyo ve ışıklı tiyatronun ortaya çıkışı incelendi ve Hollywood’un yükselişi gözlemlendi. Horkheimer ve Adorno, Thomas Mann ve Bertolt Brecht gibi diğer sürgünlerle birlikte, biri New York’ta diğeri Los Angeles’ta olmak üzere iki bölgesel gruba ayrılarak Los Angeles’ta Hollywood’un parlayan yıldızlarının ortaya çıkışını yakından inceleme fırsatı buldular. Bu dönemde en önemli eserlerinden biri olan Dialektik der Aufklärung (Aydınlanmanın Diyalektiği) ABD’de tamamlandı ve sürgünlerinin sona ermesinin ardından 1949’da yayımlandı.

Frankfurt Okulu araştırmacılarının diğer eserleri gibi bu kitap da Aydınlanma’da modernitenin gelişiminden sonra Nasyonal Sosyalizm’in toplama kamplarındaki dehşete ulaşılmasının nasıl mümkün olduğu sorusunu soruyordu. Böyle bir şey imkânsız değil miydi, aklın sonu muydu, yoksa aklın bunda gerçekten bir rolü var mıydı? Horkheimer ve Adorno tarafından kaleme alınan Aydınlanmanın Diyalektiği, Aydınlanma ve modernite ile Batı toplumlarında totalitarizmin ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi inceliyor. Kitabın ana fikri, insanlığı cehalet ve batıl inançlardan kurtarmayı amaçlayan Aydınlanma projesinin paradoksal bir şekilde modern toplumlarda yeni tahakküm ve baskı biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olduğudur.

Savaştan Sonra

Savaşın sona ermesinin ardından enstitü oldukça kapsamlı bir karar almak zorunda kaldı: Amerika Birleşik Devletleri’nde mi kalmalı yoksa Frankfurt’a mı dönmeliydi? Enstitü kurucuları arasındaki mektuplaşma trafiğinde, uzun süredir devam eden anlaşmazlıkların izi sürülebilir; ancak bu süreç nihayetinde geri dönme kararının alınmasına ve bugünkü enstitünün inşa edilmesine vesile olmuştur. Savaş sırasında önceki binanın yıkılmasının ardından eski enstitü bugünkü binasına taşındı ve 1950’lerde öğrencilerle eşi benzeri görülmemiş bir yakınlık geliştirdi. Bireyleri güçlendirmeyi amaçlayan bu yeni evrede Horkheimer ve Adorno kendilerini öğretme neşesi ve kapalı kapılar ardındaki seminerlerde gizli bir radikalizmle gösterdi.

Sosyolog Theodor Adorno 28 Mayıs 1968’de Frankfurt am Main’daki Hessischer Rundfunk’un Büyük Yayın Salonu’nda Alman Olağanüstü Hâl Yasalarına karşı düzenlenen bir etkinlikte. Aralarında Frankfurtlu profesörler ve yayıncı Unseld’in de bulunduğu bilim ve sanat alanlarından çok sayıda önde gelen temsilci, davetli bir izleyici kitlesi önünde düzenlenen toplantıda Bonn’un olağanüstü hâl uygulamalarına karşı direniş çağrısında bulundu. (Fotoğraf: Manfred Rehm/Getty Images)

O günlerin kurum içi tutanaklarından da anlaşılacağı üzere, enstitüde öğrenciler ve çalışanlar arasında (Adorno’nun ifadesiyle) “Marx, Engels ve Lenin “e sadık kalarak Federal Almanya Cumhuriyeti’nin o dönemki başbakanı Hıristiyan Demokrat Konrad Adenauer’e karşı bir teori formülasyonu üzerine konuşuluyordu.

Çalışanlar ve öğrenciler arasında, Jürgen Habermas ve geliştirdiği eleştirel teori, Elisabeth Lenk ve edebiyat araştırmaları, Regina Becker-Schmidt ve eleştirel teorinin feminist konulara yayılması ya da Friedrich Weltz ve niteliksel toplumsal araştırma alanındaki öncü çalışmaları gibi, sonraki on yıllarda Alman araştırma ortamını nihai olarak şekillendirecek pek çok kişi bulunmaktadır.

Her ne kadar yolları enstitüden ayrı düşmüş olsa da bir öğretim kurumu olarak enstitünün tarihini devam ettirmişlerdir. Bu listeye elbette enstitünün daha sonraki direktörlerinden Axel Honneth’te olduğu gibi Habermas ile olan bağlantılar ya da Alfred Schmidt, Hans-Georg Backhaus veya Jürgen Ritsert gibi Marksist temaslar da dahil edilmelidir.

Ancak bu yakınlaşma 1960’larda daha hassas bir hâl aldı. Dönemin öğrenci isyanları sırasında, yöneticilerin arzu edilen anlamda karşılamak istemedikleri talepler de ortaya çıktı. Adorno’nun genç yaşta ölen öğrencisi Hans-Jürgen Krahl, bu kırılmayı, öğrenci protestocuları üzerine polis çağırmaya karar veren eski hocasına devrimden bir kuğu şarkısı olarak formüle etti. Pek çok kişi Krahl’ın trajik ölümü olmasaydı Batı Almanya solunun tarihinin farklı olacağını varsaymaktadır.

Her halükârda, hoca ve öğrenci arasındaki yakın ilişkideki bu kopuş, eleştirel teori ve öğrenci hareketi arasındaki kırılmaya örnek olarak gösterilebilir. Habermas’ın Frankfurt’tan ayrılması ve enstitü ile eleştirel teorinin müşterek rotasının birbirinden ayrılmasıyla başka kopuşlar da meydana geldi. Eleştirel teori ve onun temel pozisyonlarına yapılan atıflar artık başka yerlerde devam ederken, enstitü onun mirasını eleştirel bir şekilde ele aldı.

Bunun bir örneği 1999’daki yetmiş beşinci yıldönümü kutlaması ve bununla ilişkili eleştirilerdir. Eleştirmenlere göre enstitünün tarihi Horkheimer ve Adorno’ya indirgenmişti; bu arada çalışanların 1970’lerde var olan demokratik ortak karar alma haklarının ortadan kaldırılması görmezden gelinmişti. 1999’da Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü ile eleştirel teori nihayet birbirinden ayrılmış gibi görünüyordu; hatta enstitünün daha sonraki direktörlerinden Honneth, kendisine göre enstitüde eleştirel teori geleneğinin artık var olmadığını öne sürmüştü.

Geleceğe Dönüş

Enstitünün yeni direktörü Stephan Lessenich, eski enstitüye ve eleştirel teoriye yapılan atıfları daha belirgin bir şekilde öne çıkarmak istiyor. Ona göre yıldönümü, enstitüyü yeniden yapılandırma ve mevcut yapısıyla eski eleştirel teoriye bağlanma konusunda eşsiz bir fırsat. Yıldönümü, enstitüdeki çalışmalara geniş bir kamuoyu kazandıracak ve önümüzdeki yıllarda yeni bir araştırma programı geliştirecektir. Bu aynı zamanda enstitünün tarihiyle de eleştirel bir şekilde ele alınacak ve “kendi seçtiği taşralılığı” geride bırakacaktır.

08 Aralık 2022, Hessen, Frankfurt/Main: 1951 yılında tamamlanan bina Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ne ev sahipliği yapmaktadır. Enstitü, 1923’teki kuruluşundan ve 1924’teki açılışından bu yana kendisini eleştirel sosyal teorinin merkezi olarak görmüştür. Savaştan sonra Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno gibi isimler tarafından yönetilen enstitü, 1960’lardaki öğrenci hareketini güçlü bir şekilde etkileyen eleştirel sol teori “Frankfurt Okulu”nun beşiği olarak kabul ediliyor. (Fotoğraf: Frank Rumpenhorst/Getty Images)

Breitbart News’ten Steve Bannon’a, alternatif sağ ve aşırı sağ medyadaki sesler, Enstitü’nün Amerikan toplumu ve siyaseti üzerindeki büyük etkisine ve eleştirel teorinin Satanizm’in gerçek bir buluşu olduğuna dair komplolar üretirken, Frankfurt’taki mevcut durum oldukça farklı. Lessenich, bu gerçekliğe kolayca boyun eğmemek gibi esaslı bir tutumla eleştirel teorinin küreselleşmesine katkıda bulunmak istiyor. Lessenich şöyle diyor:

Eleştirel teori geleneğine geri dönecek olursak, zamana ve mevcut tahakküm biçimine ayak uyduran eleştirel bir tahakküm sosyolojisi geliştirmeyi amaçlıyoruz. Ve tıpkı eleştirel teorinin her zaman yaptığı gibi, mevcut durumun olumsuzlanması yoluyla alternatifler üzerine, toplumu örgütlemenin alternatif biçimleri üzerine düşünmeye katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Lessenich’in sözünü ettiği ve enstitünün bugünkü hedefi olarak bahsettiği bu yaklaşım, enstitünün günümüzdeki üyelerinden biri olan Alexandra Schauer’in çalışmalarıyla örneklendirilebilir.

Mensch ohne Welt (Dünyasız Adam) adlı monografisi, enstitünün ilk temel tutumlarına yeni bir gönderme olarak okunabilir. Enstitü çalışanlarından biri olarak Schauer, geç modernitede yaratıcı olanakların (algılanan) kaybını araştırıyor. Zaman, kamusal alan ve şehir eksenlerini kullanarak, modernliğin içine ve dışına doğru sosyalleşmenin izini titizlikle sürüyor.

Bugün enstitüde bulunan bu ve benzeri çalışmalar, enstitünün bir tür direniş tarihini temsil etmekte ve Lessenich’in hedeflediği “geleceğe dönüş —çelişkilerin yeniden eleştirel toplumsal analizin ve ampirik toplumsal araştırmanın merkezine yerleştirilmesi”ni formüle etmektedir. Veya enstitünün yüzüncü yıldönümü öncesinde Schauer’in sözleriyle ifade etmek gerekirse: “İmkânsız görüneni deneyelim, mümkün olanı kurtaralım!”

Bu yazı Talha Dereci tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.

Orijinal Kaynak: Ortmann, Marc. (2023, 16 October). “For a Century, the Frankfurt School Has Studied How Domination Works in Modern Societies”, Jacobin.

Atıf Şekli: Ortmann, Marc. (2023, Ekim 17). “Frankfurt Okulu Bir Asırdır Modern Toplumlarda Tahakkümün Nasıl İşlediğini İnceliyor” Çev. Talha Dereci, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/frankfurt-okulu-bir-asirdir-modern-toplumlarda-tahakkumun-nasil-isledigini-inceliyor

Kapak Resmi: Adorno, Horkheimer ve Benjamin, Kolaj: Talha Dereci

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.