Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

İnsan Olmak: Varoluşçular Kahvesi - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

İnsan Olmak: Varoluşçular Kahvesi

1962’de Martin Heidegger, Ege’ye doğru bir yolculuğa çıktı. Yunanistan’a gitmek kolay bir karar değildi. Yedi yıl önce, tren ve gemi biletleri almış, nihayetinde, yeltendiği şeyin büyüklüğü kafasına dank edince, yolculuğu iptal etmişti. 1960’da tekrar denedi ve tekrar, yolculuğu iptal etti. Kâhin Sokrat öncesi düşünürlerin anavatanını ve Almanca dışındaki tek gerçek “felsefi” dili ziyaret etmek çok riskliydi. Nihayetinde, yolculuk için cesaretini topladığında, bulunduğu ülkeden nefret etti. Bugünlerde, Amerikan turistler için bir otel cenneti olan Olympia ile antik şehir, artık kıtanın, denizin ve gökyüzünün Yunan unsurlarını sunmuyordu. Gemi, Girit ve Rodos’a ulaştığında o, Heraklitos okuyarak güvertede kaldı.

Sarah Bakewell’in Heidegger’in yolculuğu hakkındaki nükteli yorumu, filozof Sidney Morgenbesser’in Heidegger’in, “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var?” sorusuna verdiği cevabı anımsatıyor. Morgenbesser’in, filozofu, ‘Hiçbir şey olmasaydı bile, yine de tatmin olmazdı’ diye şakayla karışık iğnelediği farz ediliyor. Heidegger, yaygın anlamda varoluşçuluk olarak bilinen genel hatlarıyla tanımlanmış düşünce akımının ana figürlerinden biriydi. Düşüncesi, birçok açıdan türetilmişti; ancak o –entelektüel ya da kişisel– hiçbir borcun ilerleyişinin önünde durmasına izin vermedi. Akademik kariyerini, varoluşçu düşünceyi, insan deneyimine –görüngübilim– ilişkin doğrudan çalışmaların felsefenin temeli kabul edilmesi çağrısı ile herkesten fazla vücuda getiren ve Freiburg Üniversitesi’ndeki makamını miras aldığı Edmund Husserl’a borçluydu. Ama Heidegger, Husserl 1933’te Yahudi akademisyenlerin işten çıkarılmasını öngören Nazi kanunları dolayısıyla üniversite tesislerini kullanmaktan men edildiğinde, akıl hocasını desteklemek için hiçbir şey yapmadı. 1938’de Husserl’ın cenazesine katılamadı ve Varlık ve Zaman (1927) kitabının 1941 baskısında Husserl’a yaptığı atıfı kaldırdı. Heidegger’in Nazizm ile ilişkileri üzerine muazzam bir literatür var, fakat Sartre, 1944 tarihinde yazdığı bir makalede bu katılımın önemli bir bölümünü yansıtır: ‘Heidegger kişiliksizdir; işin aslı budur.’

Montaigne’nin ilham verici yaşamının yazarı olan Bakewell, belli ki hayranlık ve sevgi hissedebileceği düşünürler hakkında yazmayı seviyor. Yazar, takdire şayan bir şekilde, Heidegger’in Nazi dönemindeki sefil manevralarını ve sonrasındaki bitmeyen bahanelerini kayda geçirmekten kaçınmıyor. Heidegger’in fenomenolojiyi entelektüel bir hareket gibi bir şeye dönüştüren Fransız düşünürler üzerindeki etkisinin izini sürmede iyi iş çıkarıyor; bu fikir aşılamayı, 1932’nin sonuna doğru Paris Montparnasse’daki Bec-de-Gaz barında Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Sartre’ın eski okul arkadaşı ve sonrasında muhalif bir politikacı olan ve o dönemde Berlin’de çalışmalarını sürdüren Raymond Aron arasında geçen bir sohbete dayandırıyor. Aron, Almanya’da karşılaşmış olduğu fenomenolojik felsefeyi anlatarak: ‘Eğer bir fenomenolojist iseniz, bu kokteyl hakkında konuşabilir ve bundan felsefe çıkarabilirsiniz!’ diyordu. de Beauvoir daha sonra, bu duyan Sartre’ın heyecanla solgunlaştığını yazmıştı. O ve Sartre, 1931’de Fransızcaya çevrildiğinde, Heidegger’in ‘Metafizik nedir?’ konferansını okumaya çalıştılar ama ‘tek kelimesini bile anlamadılar.’ Şimdi konuyu anlıyorlardı: Heidegger, metafizik ve bilgi kuramına ilişkin geleneksel kaygıları, doğrudan deneyimin verilerini -ne olurlarsa olsunlar- incelemek için bir tarafa bırakan türde bir felsefe kuruyordu. Paris’te Husserl tarafından verilen derslere katılan arkadaşları Maurice Merleau-Ponty’nin yardımıyla, bu yeni felsefeyi Fransa’da tanıtmaya karar verdiler.

Aslında Heidegger yeni bir şey yapmıyordu. Varoluşçuluk tarihindeki en ilginç düşünürlerden biri olan Rus-Yahudi Fideist Lev Shestov (1866-1938), (Bakewell bahsetmemiş olsa da), Heidegger’le 1928’de Husserl’ın evinde tanıştıklarında, Husserl’ın heterodoks Danimarkalı teolog Søren Kierkegaard’ı okumanın önemine ısrarla değindiğini kaydetmişti. Heidegger zaten ipucunu almıştı. Shestov’un daha sonra da belirttiği gibi, Varlık ve Zaman, Kierkegaard’ın fikirlerinin Husserlist ulamlara çevrilmesinden, insanın düşüşü gibi dini kavramların, ‘atılmışlık’ gibi hermetik Heideggerci nosyonlar olarak yeniden ortaya çıkmasından daha fazla bir şey değildi. Belirsiz bir sofuluk, varoluşçu yazının büyük kısmına yayılıyordu. Bazı durumlarda –örneğin, Shestov ve Simone Weil, katolik düşünür Gabriel Marcel ve Emmanuel Levinas’ın geç dönem çalışmaları –dinin etkisi aşikârdır. Ama Sartre’ın çalışmalarında da dinî fikirler bulunur.

De Beauvoir’la olan ve Sartre’ın ‘büyük bir ateist, gerçek, ateist bir felsefe’ üzerine çalışmaları gerektiğini ilan ettiği bir sohbetten alıntı yapan Bakewell, ‘Sartre’ın sadece daha yoğun bir mistisizmin peşinde koşabilmek için inancını terk eden Heidegger tarafından iddia edilenden çok farklı olan radikal ateizminden her zamankinden daha fazla etkilendiğini yazıyor. Sartre, bilgili bir ateist ve kemiklerine kadar hümanistti. Yine de Sartre’ın ateizmi, teizmdeki kökenleri yanlış anlaşılamaz bir insan eylemi anlayışı özelliği taşıyordu. Bakewell’in belirttiği gibi, varoluşçu düşüncenin –özellikle de Sartre’ın– temel öğretilerinden biri de, insan varoluşunun, başka şeylerin var oluşundan farklı olduğu inancıdır. ‘Diğer varlıklar ne iseler o’lar; ancak bir insan olarak ben, her dakika, kendimden yapmayı seçtiğim her şeyim. Ben özgürüm.’ Hayatlarının bir şekilde, kader tarafından yönetildiğini düşünen herkes, varoluşun en büyük günahı, özgün olmamakla –kendi özgürlüğünü reddetmek– suçluydu. Fakat bu özgürlük fikri nereden geliyor? Antik Yunanlılardan ya da Romalılardan ya da modern bilimden değil. Açıkça, özgür irade içindeki tanrıcı inancın seküler bir versiyonudur. 20.yüzyıl düşünündeki birçok şeyde olduğu gibi, Sartre’ın varoluşçuluğu dini büyük ölçüde üzerinden atmıştır.

Sartre’ın vakasında, varoluşçuluk aynı zamanda yoğun biçimde politik bir bağlılıktı. Bakewell, filozofun Fransız Komünist Partisi ile olan karmaşık etkileşimlerini –kara komedi unsurları ile lekelenen kasvetli bir kendi kendini aldatma hikâyesi– aktarıyor. Ne yazık ki, yazar, Carole Semour Jones’un A Dangerous Liaison’da anlattığı olayı açımlamıyor: 1962’de Moskova’ya yaptığı ziyaret sırasında Sartre, bir KGB ajanı ile ilişki içerisine girdi. Lena Zonina’nın o dönem bir ajan olarak yazdığı raporda belirttiği gibi, filozofun ziyareti ‘ona tanışmak istediği insanlarla tanıştığı, sohbetlerin konusunu seçtiği ve kendisine dayatılandan ziyade kendi programını takip ettiğine dair bütünlüklü bir illüzyon sunmak üzere düzenlenmişti.’  Sartre, hilelere aldanarak çekici, son derece entelektüel ama hastalıklı ve zayıf bir kadın olan ve kendisi de şiddetli kısıtlamalar altında hareket eden Zonina’ya âşık olur; ona evlenme teklif etmek ve onunla birlikte olmak için dört yıl içinde en az sekiz kez Sovyetler Birliği’ni ziyaret eder. Sartre’ın, de Beauvoir’dan kesinkes ayrılmak konusundaki isteksizliği ve filozofun Sovyet ülküsü için yararlılığının azalması gibi nedenlerle ilişki sonlandı. Ancak dikkatlice tasarlanmış romantizm, Sartre’ın komünizmin ‘eylemlerine değil, niyetlerine dayanarak yargılanması gerektiği’ inancını güçlendirme amacına hizmet etmiş gibi görünüyor.

Bu sürükleyici ve zevkli kitabın sonuna doğru Bakewell, ‘Fikirler ilginçtir; ama insanlar daha da ilginçtir.’ diyor. Yazar, inkâr edilemeyecek şekilde oyalayıcı bir dizi karakter sunuyor. Özellikle Simone de Beauvoir, son derece karmaşık, egoist ve ahmak partnerinden çok daha ilginç bir birey olarak ortaya çıkıyor. Sağlığı kırılgan ama Nazizm tarafından lekelenmeden kalma azminde kararlı Karl Jaspers, Nazi baskısına karşı koyan ve Heidegger’in suçluluğunu açık biçimde hisseden Emmanuel Levinas; tumturaklı belagate bağımlı ancak kendisini Sartre’ın politik çılgınlıklarından uzak tutan bir gerçeklik anlayışıyla Camus, bunlar önemli figürlerdi. Ancak varoluşçuların çoğu, ya fikirlerinde ya da insan olarak özellikle özgün değillerdi. Tarifsiz şekilde burjuva, “proleteryal hümanizm” erdemlerini ve komünist terörün gerekliliğini öven Merleau-Ponty –20.yüzyıl Fransız muhafazakârlığının ortalama bir standardı– birçoğunun temsilcisiydi. Özgünlükle ilgili tüm o konuşmalarına rağmen, varoluşçu düşünceyi şekillendirme konusunda en çok anılanlar, kendi zamanlarının tutumlarını somutlaştırma hususunda dikkate değer çalışmalar ortaya koyanlardı.

 

This article was originally published at Literary Review.

Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler / Yayın Koordinatörü, Çevirmen
zeynep@sosyalbilimler.org

Kaynak: John Gray / Literary Review
Being Human

Türkçe Künye: Sarah Bakewell
Varoluşçular Kahvesi: Özgürlük, Varoluş ve Kayısı Kokteylleri
Çev. Emre Gözgü
Domingo Yayınevi, 2017


Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.