Yüz binlerce kişi Donald Trump’a karşı direniş için sokaklara çıkarken, Profesör Erica Chenoweth’in aklı bir soruya takılmıştı: Tam olarak kaç kişi?
Erica Chenoweth, otoriter rejimler ve otoriter rejimlerin nasıl devrileceği hakkında önde gelen bilim insanlarından biridir. Sivil Direniş Neden İşe Yarar adlı kitabında, direnişçilerin hedeflediği rejim değişikliklerinde hangisinin daha başarılı olduğunu belirlemek için 323 adet şiddetli ve şiddetsiz direniş örneğini derledi. Şaşırtıcı biçimde, Chenoweth geçtiğimiz yüzyılda şiddetsiz, yani barışçıl direnişlerin, silahlı direnişlere göre iki kat daha etkili olduğunu buldu.
Chenoweth bir diktatörü devirmek için en etkili değişkenin, direniş hareketine katılan kişilerin sayısı olduğunu söylüyor. Ayrıca, şiddetli olarak algılanan direnişlerdense, barışçıl direnişlere hem daha çok insanın hem de daha çeşitli grupların katıldığını savunuyor. Böylece, barışçıl olmanın sadece etik bir seçim olmadığını, bir hareket için stratejik önemi olduğu sonucuna varıyor.
Profesör Chenoweth’le yurt dışında diktatörleri devirme çalışmalarının Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’a karşı direnişle nasıl ilişkilendirilebileceğini ve ABD’nin otoriter bir rejime sürüklenip sürüklenmediğini tartışmak için konuştuk.
Kadınlar Günü ve Havaalanı yürüyüşleri gibi eylemler Trump yönetimini nasıl etkiliyor?
Bu ve benzer eylemler yönetimin planlarına karşı direnişin hala canlı ve iyi durumda olduğunu işaret ediyor; hem de birçok önemli kitleye. İlk kitle, hareketin büyüdüğünü ve kilit başarılar elde ettiğini gördükçe protestolara katılması olası olan diğer insanlar. İkinci kitleyse sessiz çoğunluk, yani protestoların ve gösterilerin Trump yönetimine daha şüpheci bakmasını sağlayabileceği insanlar. Üçüncü kitle politikaların uygulanmasını sağlayan kitle, yani Kongre, kolluk kuvvetleri, memurlar ve bu gruba giren diğerleri. Bu gibi eylemler bu kitlenin politikaların uygulanmasının çok pahalıya patlayabileceğini görmesini sağlayıp, bir iç direniş yaratabilir. Dördüncü kitleyse, direnişi, Amerikan seçmeninin, Amerikan başkanın görüşlerinden aslında daha farklı olduğunu gösteren bir işaret olarak algılayabilecek yurt dışından izleyen insanlar. Sivil direniş, yönetimin pervasız hatalarının doğuracağı kötü sonuçların etkisini azaltabilir.
Donald Trump’ı otokrat olmayı amaçlayan biri olarak görüyor musunuz?
Davranışlarının kesinlikle demagojik yönleri var: yetkisinin kurumsal sınırlarını göz ardı etmesi, demokratik normlar ve insan haklarını umursamaması, siyasi rakiplerini sindirmesi ve tehdit etmesi, savunmasızları günah keçisi ilan etmesi, planlarına muhalefeti ihanet olarak nitelemesi, ve ABD anayasasına aldırış etmiyor gibi görünmesi. Ama Amerikan siyasetinde onu iktidara getiren daha geniş otoriter dalgaları tanımak da önemli.
Otoriter bir yönetimin tipik oyun planı nedir?
Sivil toplumu güçsüzleştirmeye gelince oldukça tipik bir otoriter oyun planı vardır. Aslında temelde bir böl ve yönet stratejisidir.
Öncelikle; seçkinlerin sadakatini pekiştirmek için tasfiyeler, iç çevrelere para verme, ve muhalifleri tehdit ve rüşvet yoluyla fikir değiştirmeye zorlamak gibi stratejiler vardır.
İkinci olarak, muhalefeti bastıracak ya da zayıflatacak stratejiler vardır. Bu stratejilerin içinde muhaliflere veya çevrelerine doğrudan şiddet uygulamak da vardır; ama tabii ki bununla sınırlı değildir. Diğer stratejiler; otoriter yönetimin kendi destekçilerini eyleme geçirmesi; direnişe sızması; gözetlemeyi genişletmesi; bir zamanlar yasal davranışları suç olarak göstermesi veya cezaları arttırmak için sözde meşru yasalar veya uygulamaları bahane göstermesi; sivil topluma idari, mali, yasal yük bindirmesi; ve muhalefeti kaotik ve disiplinsiz davranışlara sürüklemek için içlerine sivil polis ve ajan-provokatörler sızdırması şeklinde olabilir.
Üçüncü olarak, otokratlar, sessiz çoğunluğun ve diğer izleyici kitlelerin desteğini arttırmak için stratejiler de kullanırlar. Bu stratejilerden bazıları da iç meseleler için yabancıları ve alakasız insanları günah keçisi ilan etmek; muhalifleri terörist, hain, darbeci, “haydut” (Trump’ın kendi destekçisi olan bir siyahiyi protestocu sanması ve haydut deyip toplantıdan kovmasına gönderme) ya da komünist diye damgalamak; sansür veya dezenformasyon yapmak; bağımsız medyaya göz korkutmak veya zorlamak yoluyla boyun eğdirmektir. Otokratlar güçlerini pekiştirdikçe tüm bu davranışların sıklığı ve yoğunluğu artma eğilimindedir.
Sivil direniş nedir ve tipik toplantı ve yürüyüşlerden ne farkı vardır?
Sivil direniş, çeşitli koordine eylemlerle halkların rakibi yıkmak ve rakiple yüzleşmek için yürüttüğü bir çatışma yöntemidir. Riskleri ve yıkıcılık seviyeleri değişen yüzlerce ya da binlerce sivil direniş tekniği vardır. Ablukalar, yol kapatmalar, etten duvarlar, ve barışçıl işgaller daha yüksek riskte ve yıkıcılıkta olurken, büyüklükleri, iddialarının saldırganlığı ve suç teşkil etme seviyelerine göre toplantılar ve yürüyüşler orta seviye risk ve yıkıcılıkta olurlar.
Bir sivil direniş hareketinin başarısı neye bağlıdır?
Genele bakarsak, başarılı sivil direnişlerin dört ortak noktası vardır: katılımcıların çeşitliliği ve katılımcı sayısını sürekli arttırmak; rakip seçkin sınıfı ve destekçilerini kendi taraflarına çekebilmek; tek bir yönteme bağlı kalmaktansa yeni yöntemler geliştirmek; artan baskı altında dayanıklı, disiplinli, ve ittifak halinde kalmak.
Bazı protestolarda mağaza camlarına ve arabalara tuğlalar atıldığını ve bazı nesnelerin ateşe verildiğini gördük. Mülkiyet yıkımına sebep olan bu eylemler bazen ufak bir grup aktivist tarafından “taktik çeşitliliği” adına savunuluyor. Hem barışçıllıktan yana hem de taktik çeşitliliğinden yana olunabilir mi? Örgütçüler için bu ne demek?
Bence “taktik çeşitliliğinin” gerekli ya da barışçıl disipline kıyasla daha iyi bir mücadele yöntemi olarak yaygınca kabul edilmesi yanlış. ABD’deki toplumsal hareketler hakkında en sistematik çalışmalar, bu yöntemin siyasi amaçlara zarar verdiğini gösteriyor. Kısa dönem taktik avantajlar sağladığı durumlarda bile. Rakip seçkin sınıfta oluşabilecek bağlılık değişimlerini baltalarken ve hareketin aktivistlerine ve temsil ettiklerini iddia ettiği kitleye karşı baskıyı arttırırken, katılımcıları ve sempatizan olabilecek kimseleri de harekete yabancılaştırıyor.
Farklı şartlar altında yapılan araştırmalar ve Kurt Schock’la şiddetli direnişler üzerine yaptığımız bir araştırma, barışçıl ve şiddet içeren eylemleri birleştirmenin birçok farklı şartlar altında da ters teptiğini gösteriyor (farklı hareketler ve gerek demokratik gerek otoriter sistemlerde). Hareketin içindeki parçalanmayı derinleştirdiği ve zamanla kutuplaşmaya yol açtığı için bu eylemlerin uzun vadeli kötü sonuçları da olmuştur. Hatta kitle hareketlerinin bitmesinin uzun zaman ardından, otoriterliğe ve iç savaşa olan eğilimi de arttırmıştır.
Bu yaklaşımın, birçok örgütçünün değerini bilemediği kısa vadede taktik avantajlar sağladığı su götürmez bir gerçektir. Ancak, sessiz çoğunluğa karşı meşru görünme yarışında, bu kısa vadeli taktik avantajların uzun vadeli siyasi bedelleri olmuştur ve kötü etkilerinin aşılması da oldukça güçtür.
Mülkiyet yıkımı bir hareketin başarısını nasıl etkiler?
Mülkiyet yıkımına farklı halk tepkileri üzerine yapılan sistematik bir anket, ABD’de mülkiyet yıkımının, ayaklanmalar, protestolar, grafitiler gibi diğer taktiklere kıyasla hiç hoş karşılanmadığını gösteriyor. Anketlere göre ortalama bir beyaz ya da Amerika’da yaşayan bir Hispanik; sıkıyönetim ilanı, insanların ortadan kaybolması ve işkence dahil, zalim devlet şiddeti biçimlerinin, protestocular mülkiyet yıkımına başladığı zaman meşru olduğuna inanıyor.
Omar Wasow da 1960’da ABD’de gerçekleşen barışçıl protestolar ile ayaklanmalar ve şiddet içeren protestoları karşılaştırdı. Bulgular, barışçıl protestolara yakınlığın beyaz Demokratik oy payını arttırdığını, şiddet içeren protestolara yakınlığınsa önemli ölçüde düşüşler yarattığını, ve 1968 seçimlerinde galibiyeti Hubert Humprey’den Richard Nixon’a verdiğini işaret ediyordu.
Maalesef birçok insanın özel mülke verdiği değerin, insan hayatına verdikleri değerden fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu değer yargılarına karşı tavır alınması ve bunların değiştirilmesi gerekli. Mevcut normatif yapı, stratejik çalışma ortamının önemli bir parçası; ayrıca neden birçok araştırmanın mülkiyet yıkımının stratejik başarıya zarar verdiğini gösterdiğini de açıklıyor.
Araştırmalarınızda bir hareketin barışçıl disiplini kaybettiğinde ne gibi yönelimleri olduğunu gördünüz?
Rakip, harekete baskı uyguladığında ve hareketin ilerleyişinin ortasında bazı tavizler verdiğinde, araştırmalar barışçıl disiplinin bozulma olasılığının daha fazla olduğunu gösteriyor. Baskı, çaresizlik hissiyle grubun barışçıl disiplini bırakması için daha militan sesleri arttırabilirken, tavizler de hareketi ılımlılar ve ödün vermeyenler olarak bölüp, hareket içindeki hiziplerin daha şiddet yanlısı olmalarına sebep olabilir. Birçok hareket, barışçıl disiplinin bozulmaması yönünde eğitilmiş ve bunu başarmıştır; bu da devletin onları bölüp bozma girişimlerine rağmen devlete karşı dayanıklı olmalarını sağlamış ve nihayetinde de kazanmalarına olanak tanımıştır.
Donald Trump ve Steve Bannon’ın kutuplaştırıcı “böl ve yönet” stratejisi izlediği gayet açık görünüyor. Trump ve Bannon’un artan otoriterliği meşru göstermek için bir savaş, terörist saldırı, ya da ayaklanma beklediğini düşünmek doğru olur mu? Yönetim bu tarz taktikler uygulamadan önce örgütçüler ne yapabilir?
Her hükumet artan otoriterliği meşru göstermek için bu eylemleri kullanabilir; bu Trump yönetimi de olsa, başka bir hükumet de olsa. Güçlü sivil toplum, otoriterleşmeye karşı etkili bir siper olabilir. Bu ülkede yaşayan insanların toplanabileceği, konuşabileceği, ayrıca birlik ve beraberliği, dayanışmayı, ve uzun vadedeki kapasitelerini arttırabileceği her noktayı korumaları ve genişletmeleri gerektiğini düşünüyorum. Protestolar, yürüyüşler, ve toplantılar tabii ki sivil toplumun kendini ifade etmesi için önemli fırsatlardır. Ancak, Theda Skocpol’un da dediği gibi, güçlü bir sivil toplumu güçlü yapan aslında, yemekler düzenlemek, okuma ve çalışma grupları oluşturmak, çeşitli sivil faaliyetlere katılımı arttırmak, halk toplantıları düzenlemek, inançlar arası diyaloğu arttırmak, ve ittifaklar kurmak gibi basit şeylerdir.
Dünyadaki birçok sivil direnişte, hareketin son safhasına güvenlik güçlerinin emirlere itaat etmeyip sivillerin safına geçmesi damga vurdu. ABD ordusu ırk bakımından ülkemizdeki karma kurumlardan biri de olsa, bu dinamikler ırk kavramının oldukça önemli rol oynadığı siyasetimiz ve polis sistemimizde nelere sebep olacak?
Bazı sistemlerde, güvenlik güçlerinin taraf değiştirmesi etnik veya ırksal ayrımlar yüzünden imkansızdır. Bu Güney Afrika’da gerçekleşen bir olguydu; örneğin, güvenlik güçlerinin taraf değiştirmesini sağlamaya çalışmak, ANC’nin silahlı kanadındaki tüm siyahileri potansiyel bir “terörist” görme eğilimi yüzünden, kasabalardaki siyahi aktivistler için korkunç ve son derece tehlikeli olurdu. Bunun yerine, ırk ayrımı (apartheid) karşıtı hareket, ekonomik ve ticari elitlerin ceplerini vurmayı amaçladı ve bu da yasallaşmış ırkçılığın en büyük destekçilerinin iş birliğini bırakmasını sağladı.
Bundan ve yurt dışındaki diğer olaylardan öğrenebileceğimiz bir ders de etkili halk örgütlenmesi ve dayanıklılığının, çeşitli hedefler ve hücum yöntemlerini tespit edecek stratejiler bulmanın ve mümkün olduğunca güvenlik güçleriyle kasti çatışmalardan kaçınmanın, gereksiz riskleri azaltıp, bir hareketin nihayetinde başarıya ulaşmasını sağlayabileceğidir.
Amerikalıların protestoyu ve polisliği yine benzeri ırksal pencerelerden izlediğini gösteren güçlü kanıtlar vardır. Örneğin, yakın zamanda yapılan bir anket araştırmasında birçok Afrika kökenli Amerikanların, protestoculara karşı uygulanan bütün polis şiddetini gayrimeşru gördüğü ortaya çıktı. Bunun aksine, birçok beyaz Amerikan da, polis şiddeti kahverengi veya siyah tenlilere karşı olduğunda, beyaz tenlilere karşı olduğundan daha meşru görmeye eğilimlidir. Ancak, polis ve protestocular karışık ırklardan olduğunda, beyaz Amerikanlar şaşırır ve hangi tarafı destekleyecekleri konusunda kararsız hale gelir. Burada onları protestoculara karşı daha olumlu bakmalarını sağlayacak bir açık vardır.
Bu ırkçı statüko kabul edilemez ve ilericiler bunu değiştirmek için çabalamalıdır. Ama bu sırada, bu bulgular mevcut Amerikan siyaseti için önemli nesnel hususları ortaya koymaktadır. Öncelikle, bulgular, eylemlere gelen beyaz destekçilerin stratejik değerini açığa çıkarıyor; çünkü bu insanlar eylemlere katılmasaydı, izleyiciler polis vahşetini destekleyeceklerdi. Bulgular ayrıca birçok topluluğun polis kuvvetlerine uzun vadeli ırksal ve etnik çeşitlilik katma çabalarının bilgeliğini de ortaya koyuyor.
Trump’ı durdurma veya indirme çabalarının en çok neye bağlı olduğunu düşünüyorsunuz?
Demokrasiler otoriterliğe kaymaya başladığında kurumlar kurtarıcı olamaz. Topyekûn bozguna karşı tek savunma, sivil toplumun etkin biçimde kolektif eylem yapabilme kapasitesidir. Yani aslında bize bağlı! Cumhuriyeti koruma ve geliştirme yetisi, ilerici grupların çeşitli bir birliğinin, sivil toplumu etkili bir biçimde iyileştirebilmesine, ayakta tutabilmesine ve seferber edebilmesine bağlıdır.
Künye
Waleed Shahid, “How to Topple a Dictator?”
The Nation, 24 Şubat 2017
Çevirmen
Berkin Uysal / Sosyal Bilimler Platformu Çevirmeni
b.uysal@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Bu metin, Sosyal Bilimler Platformu Çeviri Ekibi‘nden Berkin Uysal tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.