Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Kral Charles'ın Kendini Haklı Çıkaran Felsefesi - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler
Prens Charles Downing Street, Cambridge, Birleşik Krallık'ta yürürken, 12 Ekim 1967. Trinity Koleji'ndeki dönemine başlıyor. Kaynak: Peter Dunne / Daily Express / Getty Images.

Kral Charles’ın Kendini Haklı Çıkaran Felsefesi

1950’li yılların başlarında III. Charles henüz genç bir prens iken, kimi zaman çocukluk yıllarını geçirdiği birkaç kraliyet konutundan biri olan Windsor Kalesi’nin çevresinde bir oyuncak araba ile gezintiye çıkardı. Hışımla pedal çevirirken, duvarlarda asılı bulunan Kraliyet Koleksiyonu’na mensup ihtişamlı eserlerin pek farkında olmazdı. Charles daha sonra “Yalnızca bir arka plan bu” diye hatırlamıştı. Ne var ki, Kraliçe’nin Balo Salonu’nda sergilenen Kral I. Charles’ın sıra dışı bir portresine dikkat kesilmişti. Bu tablo, 1948 yılında dünyaya gelen ve yedi yaşına geldiğinde bir dadı yardımıyla ulusun –ve kendi köklü ailesinin– tarihiyle yakından ilgilenmeye başlayan hassas ve derin düşünen prensi hayran bıraktı. “Kral Charles benim için o kaledeki odada yaşadı,” demişti daha sonraları.

I. Charles’ın Üçlü Portresi” adlı ve Van Dyck imzasını taşıyan 1630’lu yıllara ait bu tablo, zarif hükümdarı üç farklı şekilde tasvir etmektedir: Profilden, öne bakar vaziyette ve üççeyrek görünümdedir. Kral, modaya uygun biçimde bir tarafı kısa kesilmiş uzun ve dalgalı saçlarıyla, üzerinde birbirinden farklı üç cübbe ve süslü dantelli üç yaka ile tasvir edilmiş ve üzerinde Britanya’nın en eski şövalye nişanı olan Dizbağı Nişanı’nın mavi kuşağıyla aksesuar olarak tasvir edilmiştir. Söz konusu bu eser Charles’ın tahta çıkışından yaklaşık 10 yıl sonra, yani 1625 yılında yapılmış ve Bernini yapımı mermer bir büst üzerinde taslak olarak kullanılmıştır. Stuart Hanedanı’nın başındaki dindar, içe kapanık ve mutlak güç sahibi olduğuna inanan I. Charles, sanat alanında büyük bir koruyucuydu. Alınan öteki abartılı işlerin yanı sıra, Londra’daki Whitehall Sarayı’nda bulunan büyük Ziyafet Salonu’nun tavanını Rubens’ten, babası I. James’in ilahi takdirini gösteren tuvallerle süslemesini istemişti.

Bu üçlü portre, genç Prens Charles’ın dikkatini kraliyet öncüsünün meşum akıbeti yüzünden üzerine çekmiş olabilir: I. Charles vatana ihanetle yargılanıp infaz edilen tek İngiliz kralı olma özelliğini taşıyordu. Kral, defalarca dağıtarak kışkırttığı Parlamento bünyesinde kurulan Yüksek Adalet Divanı kararıyla ölüme mahkûm edilmiş ve bu da yıllar süren iç savaşa zemin hazırlamıştı. 18 Kasım 1648’de –Charles’ın doğumunun üzerinden yaklaşık 300 yıl geçtikten sonra, yani 14 Kasım’da– Avam Kamarası’nda konuşan Kral karşıtları, “Kral’ın şahsına yönelik dökülen kanlar karşılığında adalet önünde dava açılabileceğini ve açılacağını” savundu. Yapılan kısa bir duruşmanın ardından kralın başı, Ziyafet Salonu’nun dışında kurulan bir darağacında omuzlarından ayrılarak kamuya açık bir yerde infaz edildi. Monarşi bir hafta sonra sona erdirilmiş, Avam Kamarası tarafından kralın görevinin “gereksiz, külfetli ve bu ulusun insanlarının özgürlüğüne, emniyetine ve kamusal menfaatlerine karşı tehdit oluşturduğu” ilân edilmişti. Püriten Cumhuriyet ancak 11 yıl sürdükten sonra Parlamento, tahttan indirilen kralın hayattaki en büyük oğlu olan şehvet düşkünü II. Charles’ı tahta oturtma yönünde oy kullandı. Ne var ki, yeniden kurulan monarşinin iktidar gücü daha kısıtlıydı ve XVII. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Muhteşem Devrim, İngiliz kral ile kraliçelerin taçlarını ancak halkın rızasıyla ellerinde tutabilecekleri yönündeki düşünceyi teyit etmişti.

Van Dyck’ın “ I. Charles’ın Üçlü Portresi” adlı tablo, Kral III. Charles’ın gençliğinin büyük bölümünü geçirdiği Windsor Kalesi’nde asılı sergilenmektedir. Anthony Van Dyck’ın sanat eseri / Kraliyet Koleksiyonu Vakfı’nın izniyle / © Majesteleri Kral III. Charles, 2023.

Bu açıdan bakıldığında Van Dyck’ın yaptığı bu üçlü portre, kraliyet tebaasının içinde barındırdığı ruhsal karmaşayı dayanılmaz bir ustalıkla ortaya koymaktadır. Kral profilden bakıldığında kalın kaşlarıyla düşünceli, hatta melankolik görünmektedir. Şık bir inci küpe takan resmin dörtte üçünü kaplayan kralın gözlerinde uzaklara dalan bir bakış vardır ve ağzının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirir. Öne doğru dönük durumdaki kral son derece kendine güvenli, hatta kibirli görünmektedir. Üçlü portrenin genç Charles üzerindeki esas çekiciliği proto-fotoğrafik [ilk fotoğrafik] niteliğinde olabilir —neticede bir suçlu olduğuna hüküm giydirilen bir kralın üst sınıf bir vesikalık fotoğrafıdır. Öte yandan bu portre, akıbetinde İngiltere’nin III. Kralı Charles olmak olduğunu önceden öğrenen Prens’e, hükümdar olmanın kimi zaman anayasal, kurumsal ve bireysel arasında istikrarsızca bölünen bir rol içinde, ikiye bölünmüş bir benliğe sahip olmak olduğunu da telkin etmiş olabilir. Kral olmak sıradan bir şey değildir.

Kraliçe II. Elizabeth’in 8 Eylül 2022’de 96 yaşında ölümünün ardından, Kral III. Charles televizyonda bir ulusa sesleniş konuşması yaptı —hükümdar kimliğiyle yaptığı ilk halka sesleniş konuşmasıydı bu. Gözleri yaşlı ve ten rengi kızarıktı; tamamıyla gümüş rengindeki saçlarını, dört yaşında kıpır kıpır bir çocukken annesinin Westminster Abbey Manastırı’nda düzenlediği ve hemen hemen üç saat süren taç giyme törenine tahammül ettiği 1953 yılındaki gibi itinayla taramıştı. Duygusallığı ve kararlılığıyla takdir toplayan konuşmasında “Kraliçe Elizabeth’inki iyi yaşanmış bir hayat, kaderi tutulmuş bir sözdü” dedi. Aynı zamanda, “O yaşam boyu hizmet vaadini bugün hepinize yeniliyorum” dedi. Kraliçe’nin hükümdar rolündeki hayranlık uyandırıcı ömrü –Kraliçe Victoria’dan tam yedi yıl daha uzun bir süre, yani 70 yıl boyunca görevde kalmıştı– ki Charles’ın daha az muzaffer sayılabilecek istatistikî niteliklerinde de bir neticesi bulunmaktadır. Charles 73 yaşında tahtta kalan en yaşlı İngiliz hükümdarıdır. (Konsort Kraliçe unvanı verilen eşi Camilla kendisinden bir yaş büyüktür). Taç giyme töreni 6 Mayıs’ta yapılan Charles, henüz dokuz yaşında içe dönük bir çocukken Kraliçe tarafından verilen Galler Prensi unvanıyla en uzun süre görev yapan hükümdar oldu. Hâlihazırda Cornwall Dükü olan ve annesinin tahta çıkmasıyla bu unvanı alan Charles, en yeni onura henüz hazırlık okulundayken nail olmuştu. Okul müdürünün çalışma odasında televizyondan yapılan duyuruyu izlemeye davet edilen Charles, diğer arkadaşlarının tebrik mesajları karşısında utanmıştı. Daha sonradan bu hadisenin, yaşadığı münferit akıbetin “korkunç hakikatini” ilk kez apaçık gördüğü an olduğunu ifade etmiştir.

Peki, bu gerçekten o kadar kötü müydü? Belki de öyleydi. Charles, eski Başbakan Boris Johnson’ın aksine, çocukluğunda “Dünya Kralı” olmayı düşünmemişti ve doğuştan kazandığı bu hakkı bir yük olarak gördüğünü uzun zamandır açıkça dile getiriyordu. “Galler Prensi olmanın nasıl bir yük olduğunu hiç kimse bilmiyor” diyerek durumdan şikâyet ettiği söylenir. Her ne kadar Charles kelimenin tam anlamıyla ülkedeki en yüksek mevkiye sahip kişi olsa da bir kraliyet mensubu kendisini anakronizm [tarih yanılgısı] gibi hissedebilir ve görünen o ki ötekileştirilen kimi diğer İngilizler [Britonlar] arasında bir yakınlık hissi taşıyor. Charles’ın uzak Cumbria’daki koyun çiftçilerine karşı ayrı bir düşkünlüğü olduğunu söyleyen Prens’in eski iletişim sekreteri Paddy Harverson, “zira bu insanlar bulabileceğiniz en dışlanmış topluluğa mensuplar” diyor.

Tom Parker Bowles –Charles’ın vaftiz oğlu ve sonradan üvey oğlu– büyürken Charles’ın adının Sör olduğunu düşünüyordu, zira herkes ona böyle hitap ediyordu. Ne var ki Sör, imposter sendromunun [Sahtekârlık Sendromu] kendine özgü aristokratik bir türünden muzdariptir. Girdiği hemen her odada, aile mensuplarının bulunduğu bir odadan başka, gücü ile etkisi tamamıyla doğumundan kaynaklı olan yegâne kişinin kendisi olacağını bilecek kadar aklı başındadır. Gerçekten de, Charles ayrıcalığını yoklasaydı, ondan geriye hiçbir şey kalmazdı —yalnızca buruş buruş bir yığın ermin ve kadifeden ve hafif bir Eau Sauvage kokusundan ibaretti.

Harverson, kraliyet mensubu olmanın Charles’da yarattığı mahcubiyetin onu “tanıdığım en çalışkan adam” hâline getirdiğini söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Sabahları ilk işi egzersiz yapıp perhizli hazırladığı kahvaltısını etmekte ve kahvaltı boyunca evrakları üzerinde çalışmaktadır. Yatağına yatmadan önce, yani gece yarısına kadar her an daha fazla iş yapar —ve bu arada yer alan tüm noktalar üzerinde çalışır.”

Bu faaliyet başlarda epey muğlâktı. Galler Prensi makamının belirli bir anayasal amacı ya da görevi yoktur; bu durumu Charles genç bir delikanlı iken kendi çalışanlarına örnek uygulamaları ve ihtimalleri araştırmaları talimatını verdiğinde fark etmiş ve bu konuda hiçbir rehber bulamamıştır. Charles 20’li yaşlarında Kraliyet Hava Kuvvetleri ve Kraliyet Donanması’nda birkaç yıl geçirmiştir. 30’uncu yaş gününün arifesinde mezun olduğu Cambridge Üniversitesi’nde verdiği bir konuşmada, “Benim yaşamdaki en büyük sıkıntım, yaşamdaki rolümü gerçekten bilmememdir” demiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “Mutlaka bir rol bulmam gerekiyor.” Akabinde bir muhabire verdiği demeçte elinden bir şey gelmemesinin “suç teşkil edecek derecede bir ihmalkârlık” olacağını ifade eden Charles, aralarında Prince’s Trust Hayır Kurumu’nda bulunduğu bir düzineden fazla yardım kuruluşu faaliyete geçirmiş ve çok sayıda başka kuruluşun da koruyuculuğunu yürütmüştür. Kral, onlarca yıldır tutkuyla bağlı olduğu organik tarımdan şehir planlamasına, eğitimden alternatif tıbba kadar pek çok alanda konuşmalar yaparak, anayasaya uygun biçimde politikadan uzak durması gereken hükümdara tanınmayan ününden istifade etmektedir. (Şans eseri Kraliçe’nin başlıca merak konusu atlarla uğraşmaktı.) Bundan birkaç yıl önce besteci Andrew Lloyd Webber’i bir düşüncesini anlatması istemiyle ısrarla makamına davet etmişti. Lloyd Webber Washington Post gazetesine verdiği demeçte, “Gençlerin gidip kilise orgu çalmayı öğrenebilecekleri yeterince erişim olmaması konusunda endişe duyuyordu” dedi. Charles, Nisan 2021’de Uluslararası Org Günü’nü Kraliyet Orgcular Koleji’ne gönderdiği bir mesajla kutladı ve mensuplarını, Mozart’ın “Enstrümanların Kralı” diye nitelendirdiği bu enstrümanın gelecekte de varlığını sürdürmesini güvence altına almaya davet etmişti.

Charles, tahta çıkmayı beklediği onlarca yılını kimi önceki tahta çıkan varisler gibi kendini ava çıkmaya ve şarap içmeye adayarak geçirebilirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, her ikisini de az da olsa yerine getirdi. Bu faaliyet 2005 yılında yasaklanana kadar kendisi sıkı bir tilki avcısıydı; bunu “insanın köpekler ile atlarla kurduğu kadim ve hakiki manada duygusal ilişkinin” bir yansıması olarak nitelendirdi. Diğer romantik ilişkilere gelince: Prens Harry’nin Spare adlı anı kitabında bekâretini bir barın arkasındaki tarlada kaybettiğini anlatmasından çok önce, Charles’ın onaylı biyografi yazarı olan Jonathan Dimbleby, 1994’te Cambridge’de “genç bir Güney Amerikalı” diye tanımladığı ve “masum bir Prens’e fiziki aşkı tattıran” ilk sevgilisi hakkında hummalı bir yazı kaleme almıştı.

Ne var ki Charles beklenen hükümdar rolünü genelde takdire şayan bir ciddiyetle yerine getirmiştir. Ülkenin çok daha kötüsünü yapabileceğini inanmak –bir zamanlar Cambridge’de bulunan Trinity College [Kutsal Üçlü Koleji] şapelinin eski dekanı Rahip Harry Williams’ın dediği gibi– bir azizin özelliklerine sahip olduğunu söyleyecek kadar abartmaya gerek yoktur. Krallar ürkütücü insanlar olabilir. Ta ki 1982 yılında Prens William’ın doğumuna kadar, dünya Kral I. Andrew ihtimalinden yalnızca bir helikopter kazasına ya da tilki avı sırasında yaşanan bir taklaya tanıklık etmişti.

Charles’ı yakından tanıyanlar onu kimi zaman kraliyet yuvasında bir guguk kuşu, yani ailesinin geri kalan mensuplarına hiç benzemeyen biri olarak tanımlarlar. Charles’a ne annesinin metaneti ne de babası Prens Philip’in duygusuzluğu miras kalmıştır. O kadar resmî ve gizli kapaklı bir ailede dünyaya gözlerini açmıştır ki, yeni taç giymiş Kraliçe Elizabeth, çocuklarının artık huzuruna çıkarken eğilip reverans yapmalarının beklenmeyeceğini buyurduğunda, Charles’ın bu hareketi son derece radikal bir gelişme hamlesi şeklinde algılanmıştır.

Gözü pek küçük kız kardeşi Prenses Anne, sanki bir otel lobisindeki kayan otomatik kapılardan önce fırlıyormuş gibi, Buckingham Sarayı’ndaki nöbetçilerin önünde bir aşağı bir yukarı yürüyerek onların silah göstermelerini mecbur bırakırken, Kral Charles sahip olduğu otoriteden çekinirdi. Henüz genç bir adamken “kendisini ‘tek başına’ kalmayı seçen ve yalnızca tepeler ya da ağaçlarla beraber olmaktan memnun olan biri” olarak görüyordu. Yakın zamanda Charles’ın biyografisini kaleme alan Catherine Mayer’in de gözlemlediği üzere Charles, “muhteşem, duygu yüklü, herkese karşı içten, hassas” kişiliğiyle tanınan ilk eşi Prenses Diana’nın tam tersi bir kişiliğe sahipti. “Buradaki ironiye bakın ki, Charles sert mizaçlı bir şahsiyet gibi görülse de esasında pek çok açıdan kendi ailesinin öteki mensuplarından çok Diana’ya benzer.”

Sezgilerine çözümleyici düşünce karşısında kolaylıkla üstün tutan Charles, bilhassa kendi sezgilerine ayrıcalık tanımaktadır. Çoğunlukla yazılarında mizah duygusu katabilen bir Britanyalı kraliyet biyografi yazarı olan Tom Bower, “Bu konuda tartışmaya mahal bırakmıyor,” diyor. “Bu onun sahip olduğu senyörlük hakkı —gerek kendi gerekçeleri gerekse bulunduğu makam bakımından olsun, Charles aykırı durumlardan pek hazzetmez.” Pek de aydın biri sayılmasa da bilhassa tarihten anlayan bir okuyucu ve anne-babası ve kardeşleriyle mukayese edildiğinde çılgın bir dahidir. Birinci nesil bir üniversite öğrencisi olan ve özel bir pozitif ayrımcılık programından faydalanan –Trinity College’da okuyan başka hiçbir birinci sınıf öğrencisine tahsis edilmiş bir oda ve elinin altında bir polis memuru bulunmayan– Charles, kültürel külliyatın tutkulu bir savunucusudur. İngiliz radyo ve televizyon sunucusu, yazar ve tarihçi olan Dimbleby’ye verdiği demeçte söylediği gibi, “stres, tehlike ya da ıstırap dolu zamanlarda” Shakespeare’in uzun pasajlarını ezbere bildiğini ve bunların “inanılmaz bir teselli ve yüreklendirme” sağladığını ifade etmişti. (“Kralların bu yüce tahtı, bu soylu ülke” gibi Bard’ın [Halk Ozanı] belli başlı üsluplarının, cesareti kırılmış bir müstakbel hükümdara ne kadar güç verebileceğini kavramak zor değildir).

Prens Charles Downing Street, Cambridge, Birleşik Krallık’ta yürürken, 12 Ekim 1967. Trinity Koleji’ndeki dönemine başlıyor. (Fotoğraf: Peter Dunne/Daily Express/Getty Images)

Tıpkı Shakespeare’in eserleri ya da kilise org müziği gibi, monarşi de bir zamanlar değeri tartışılmaz olan ama günümüzde geçerliliğini kanıtlamak zorunda olan bir kavramdır. Her ne kadar Charles’ın günümüz dünyasının pek çok açıdan artık iyice çivisinin çıktığına dair inancı bir giz olmasa da böyle bir düşünce yaşı kemale ermiş bir kişi açısından alışılmadık bir durum olmasa da, pek az kişi bu konuya Charles kadar kendini kaptırmış olabilir ki Charles’ın asıl derdi geleneğin sembollerinden biri olmaktır. Bundan 20 yıl önce, Londra’daki kraliyet konutu Clarence House’da çalışan eski bir personel aleyhinde açılan bir istihdam davasında yazdığı bir mektup gün yüzüne çıkmış ve bu mektupta Charles’ın sözleri günümüz kültürüne dair benzer biçimde ölçüsüz bir bakış açısını yansıtmıştı. “Günümüzde yaşayan insanların nesi var?” diye yazmıştı. “Neden her biri kendi kapasitelerinin çok üstünde niteliklere sahip olduklarını düşünüyorlar?” “İnsanlara gerekli çabayı sarf etmeden ya da doğuştan gelen bir yeteneğe sahip olmadan pop yıldızı, yüksek mahkeme yargıcı, zeki televizyon sunucusu ya da son derece donanımlı devlet başkanı olabileceklerini anlatan çocuklara dönük bir eğitim sistemini” sorumlu tutmaya devam etti. Büyük bir güzelleme ile sözlerine noktayı şöyle koydu: “Bu, insanlığın genetik açıdan tarihten çıkarılan derslerle ters düşecek biçimde düzenlenebileceğine inanan toplumsal ütopyacılığın yarattığı bir neticedir.” Bu tarihi ibretlerin ne olabileceği konusunda Charles daha fazla ayrıntılı bilgi vermedi. Ne var ki bu bilgilerin genetiğin ve toplumsalın savları arasındaki en kötü nam salmış tavizlerden birini, yani anayasal bir monarşi [meşrutiyet] içerisinde soydan gelen bir hükümdarın mevcudiyetini meşru kılacağını farz etmek pek de yanlış olmaz.

Charles’ın 2010’da yayımladığı Harmony: A New Way of Looking at Our World [Uyum: Dünyamıza Yeni Bir Bakış] kitabının ilk cümlesi şöyledir: “Bu devrim niteliğinde bir çağrıdır.” Müstakbel kral, çağrıda bulunduğu bu devrimin hükümdarı tahtından indirecek cinsten bir devrim olmadığına açıklık getirmekte gecikmedi. Sözlerine şöyle devam etti: “Dünya tehlikeyle karşı karşıya. Ondan talep ettiğimiz her şeyle mücadele edemiyor. O dengesini yitirmekle kalmıyor, bu duruma biz insanlar neden oluyoruz.” Bu nedenle bir “Sürdürülebilirlik Devrimi”ne girişmemiz şart diye yazdı.

Uzun zamandır çevresel meselelerde sağlam görüşlere sahip olan Charles, 70’li yıllarda çevre kirliliğinin yarattığı tehlikelere karşı uyarıda bulunmuş ve 80’li yılların başında organik tarımın dobra dobra bir destekçisi ve sanayi tipi tarım işletmelerinin bir muhalifi konumuna gelmişti. O dönemlerde çoğu zaman bir uçuk kaçık gözüyle bakılıyordu. Daily Mirror gazetesinin 1984 tarihli bir yazısında müstakbel kralın “kaftan giyerek taht üzerinde bağdaş kurduğu ve müsli yediği” hayal ediliyordu —bu faaliyetlerin tahtta oturmak haricinde ne kadar yaygın olacağı pek fark edilmiyordu. 1982 yılında yaptığı bir konuşmasında Charles şöyle hayıflanıyordu: “Belki de alışılmışın ötesinde bir kişinin, kendi zamanı gelene ve tüm insanlar onun verdiği mesajı kabul etmeye hazır olana kadar, bu düzen içindeki görevini yerine getirmek üzere yıllar boyu hayal kırıklığı, alaya maruz kalma ve başarısız olmaya mahkûm edilmesinin Tanrı’nın bir takdiri olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.”

Uyum” eserinde Charles’ın iki ortak yazardan biri olan ve ona konuşmalarında katkıda bulunan Ian Skelly ise şunları şöyle ifade ediyor: “Pek çok insan onun bu konuda baştan beri haklı olduğunu sessiz sedasız idrak etmişti. Her zaman Charles’ı ciddiye alan pek çok kimse oldu ancak büyük çoğunluğu onun ağaçlarda yaşayan perilerle birlikte olduğunu zannediyordu.” Her ne kadar Charles’ın fabrika çiftçiliğine ve suni böcek ilacı kullanılmasına ilişkin dile getirdiği eleştiriler yaygınlık kazanmış olsa da Gloucestershire’daki gözde kır evi olan Highgrove House’ta hayata geçirildiği bildirilen sürdürebilirlik uygulamalarının çoğu çiftçinin kapasitesini aştığını söylemek mümkündür. Tom Bower’a bakılırsa, dört kişiden oluşan bir bahçıvan kadrosu, yavaş hareket eden bir İngiliz bir arazi aracı olan Land Rover yardımıyla taşınan bir römork üzerinde yere yüzükoyun yatarak zararlı otların temizliğini gerçekleştirmektedir.

Charles ayrıca, 40 yıl önce günümüz tıbbını kadim geleneksel tedaviyle, bilhassa da homeopati ile mukayese ederek ve günümüz tıp kurumlarını “meşhur Pisa Kulesi’ne —biraz denge kaybı” benzeterek öfkesini üzerine çektiği İngiliz Tabipler Birliği gibi güçlü bilirkişi kuruluşlarını korkusuzca eleştirmiştir. (B.M.A. üyesi olan bir doktor daha sonradan homeopatinin “kazıklar üzerinde duran bir safsata” olduğu beyanında bulunmuştur.) Kendisi modern mimariye karşı düşmanca tutumuyla tanınmaktadır. 1987 yılında seçkin İngiliz planlamacı ve tasarımcılardan oluşan bir gruba yaptığı zehir zemberek bir konuşmasında şöyle demiştir: “Hanımlar ve beyler, Luftwaffe’ye [Hava Kuvvetleri] şu kadarını teslim etmelisiniz ki —bizim yaptığımız binaları yerle bir ettiğinde, yerine molozdan daha yıkıcı bir malzeme koymamıştı. Bunu biz gerçekleştirdik.” Charles’ın bu söylemleri, internet çağının Godwin kanununu [Godwin’in Nazi Kıyaslaması Kuralı] akıllara getiriyor; bu kanuna uyarınca, çevrimiçi bir tartışmanın alevlenmesi durumunda kaçınılmaz surette birileri Nazilere göndermede bulunur; ancak bu mukayese çoğu zaman Nazilerin çıkarına uygun değildir. Charles bir keresinde, Londra’nın Kanarya Rıhtımı [Canary Wharf] finans merkezinde César Pelli’nin tasarladığı 50 katlı bir ofis binasını gezerken, “Neden bu denli yüksek olması gerekiyor?” diye sormuştu. Bu söz üzerine gezinin bir başka katılımcısı olan sanat tarihçisi Roy Strong, ortaçağda insanların bu şekilde düşünmüş olması durumunda Salisbury Katedrali’nin üzerinde bir kule olmayacağını belirtti. Charles buna bir cevap vermedi —gerçi Pisa Kulesi konusunda ne düşündüğünü biliyoruz.

Prens Charles ve Kraliçe Elizabeth Duvar Kenarında, Kaynak: Bettmann / Getty Images

Böylesine yoğun görüş beyan etme çoğu zaman bir konudan diğerine uçan bir kelebeğin zihnine dair bir kanıt olarak anlaşılıyordu. Biyografi yazarı Dimbleby’nin ifadesiyle, “Yeni fikirlere kayalıklar arasında dalan bir yüzücü gibi yaklaşırdı: Kimi zaman bir inci bulur, kimi zaman da kendi kafasını çarpardı.” Charles’ı “her şeye burnunu sokan prens” olarak gösteren basın, onun müdahalelerinin –hükümet bakanlarına gönderdiği istenmeyen muhtıralar da dâhil olmak üzere– hem mesleki uzmanlığa zarar verdiğini hem de gelecekteki görevlerine ters düştüğünü öne sürdü. Artık Kral’ın her hafta Başbakan ile görüşmesi ve bu görüşme sırasında usulünce tavsiyelerde bulunması söz konusudur. (“Yine mi geri geldin? Canım, oh canım. Neyse…” şeklindeki sözleri Charles’ın Ekim ayında bahtsız Liz Truss’u oldukça nahoş bir dille karşılamasıydı.) Ne var ki İngiliz hükümdarı, teamüller uyarınca, hükümetin önüne koyduğu her şeyi, kabul etse de etmese de kanun olarak teyit etmekle yükümlüdür.

Bu nedenle Charles’ı duyarsız olmakla suçlamak kolaydır. Bower’ın yazdığı kitapta, Prens’in geç bir akşam yemeği esnasında mutfak çalışanlarının kendisine söğüş et bıraktığı bir anı muzipçe aktarır. Prens dehşetle feryat figan etmiş ve Camilla’yı yardımına çağırmış; görünüşe göre bu durum onun streç filmle karşılaştığı ilk anmış. Yaşamı süresince basının bir şapşal, bir acayip ya da bir nostalji tutkunu olarak nitelendirdiği Charles, “Uyum” kitabında bir oto portre sunma ve meşru müdafaa yapma imkânı bulmuştur.

Charles yazdığı bu kitapta, birbirinden farklı görünen endişelerinin –mimarlık, çiftçilik, iklim değişikliği– esasında birbiriyle ne kadar ilişkili olduğunu gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Charles’a göre bunların her biri, “insan toplumu açısından olduğu kadar doğal dünyanın sağlığı bakımından da taşıdığı hayati önem nedeniyle etkin bir denge durumu” şeklinde tarif ettiği bir kavram —“uyum”un olmayışının birer ifadesidir. Pek çok açıdan bakıldığında bu kitap son derece tutucudur: İskoçya’nın Dundee kentindeki kule blokları ve sanayi bacalarının distopik bir görüntüsü ile Yorkshire Dales dağlık bölgesindeki çiftçilerin kulübelerinin cennetvari bir görünümü, sanki ilki ikincisiyle aynı işlevi yerine getirebilirmiş gibi eşleştirilmiştir. Ne var ki “Uyum”, tüketici kapitalizminin vazgeçilmezliğini reddedişi bakımından da şaşılacak derecede radikal bir eserdir. Charles, “Asıl zenginliğin temiz topraklar, bozulmamış ormanlar, berrak nehirler, sağlıklı hayvanlar, yaşayan canlı topluluklar, besin değeri yüksek gıdalar ve insanın yaratıcı gücü olduğunu” yazıyor. “Ne var ki parayı yönetenler toprağı, ormanları, nehirleri, hayvanları ile insan yaratıcılığını alınıp satılan birer metaya dönüştürdüler.”

Ian Skelly, Charles konusunda şöyle diyor: “Aklınıza hayalinize gelebilecek her türlü uzmanla tanışmıştır ve pek çok konuda derin bilgiye sahiptir.” Skelly şunları söylüyor: “Hiçbir şey hatırlayamadığını söylüyor ancak sakın onunla koyunlar üzerine konuşmayın! Onunla flora ve fauna [bitki ve hayvan topluluğu] konusunda sakın bahsetmeyin.” Her ne kadar bulduğu çözümlerin esrarengiz olduğu düşünülse de Charles’ın endişesi ve taahhüdü samimi ve içten… Geçtiğimiz kısa bir süre önce, eski model Aston Martin’inin artık şarap ile peynir altı suyu kullanarak çalışacak duruma getirildiği açıklanmıştı.

Bazı tutumlu alışkanlıklara sahip olduğu bilinen Charles, giysilerini değiştirtmek yerine yama yaptırır. Öte yandan, yaşamı başka yönleriyle de aşırıya kaçar. The Guardian gazetesi geçtiğimiz günlerde Kral’ın sahip olduğu mülkler, mücevherat, atlar ve eski model arabalardan oluşan şahsi mal varlığının toplam değerinin yaklaşık 2,5 milyar dolar olduğunu tahmin etmişti. (Saray, öfkeli bir karşılık olarak, söz konusu tahminlerin “spekülasyon, varsayımda bulunma ve yanlışlığın son derece yaratıcı bir karışımı” olduğunu ifade etmiş, ancak kesin bir rakam vermeyi reddetmiştir). Her ne kadar yalnızca en ödün vermez cumhuriyetçiler bir kralın bir ya da iki kaleye ihtiyacı olduğunu kabul etmese de Charles’ın en donanımlı plütokratlardan [varsılerkçiler] bile daha fazla sayıda saray gibi konuta erişme imkânı vardır. Sahip olduğu mülkler Windsor Kalesi’nden Sandringham Konutu’na ve Balmoral Kalesi’ne dek uzanmaktadır ve bu saydıklarım yalnızca yakın zamanda Kraliçe’den devraldığı mülklerdir. Kraliyet hükümdarı veraset vergisi ödemiyor. Pek çok Britanyalı açısından, kendi ailesine bu kadar çok değer veren birinin tüketimin azaltılmasına yönelik nasihatlerde bulunması tuhaf gelebilir. “Uyum” eseri belki de en çok Charles’ın nasıl anlaşılmak istediğini göstermesi yönünden değer taşımaktadır: Seçmenlerin kaprislerine göre savunmasız bir politikacıdan ziyade geniş bir açıdan bakabilen bir filozof-kral gibidir. “Kitabın diğer yazarlarından olan çevreci Tony Juniper, “Uyum” bazı insanlar tarafından bir çevre konulu bir kitap gibi görülse de yalnızca bundan ibaret değil,” diyor. “Bu, evrende yaşayan insanların yeriyle alakalı bir felsefe kitabıdır.” Charles, insanlığın bir zamanlar kendisini Tabiat’ın üstünde görmek yerine bununla bütünleştiğini vurgulayan kadim uygulamaları –kutsal mimarinin taşıdığı geometrik desenler; toprağın verimini azaltmak yerine buna saygı duyan tarım yöntemleri– anlatmaktadır. (Kral nezdinde Tabiat büyük harfle yazılır ve dişil bir kavramdır.) 2005 yılından bu yana Londra’daki Prens’in Vakfına bağlı Geleneksel Sanatlar Okulu’nun müdürü olan ve tezhip sanatı ile İslam mimarisinin temel esasları gibi birbirinden farklı konularda öğrencilere eğitim veren Khaled Azzam şöyle demektedir: “Majesteleri daima insanlığın bütünüyle yakından ilgilenmiştir, insanlığın parçalarına ayrılmış biçimiyle değildir.”

Charles’a kalırsa, insan medeniyeti 17. yüzyılda, bilimsel devrimin başlaması ve akabinde rasyonalizm ve sekülerizmin öteki düşünce sistemlerine öncelik vermesiyle birlikte yönünü ilk kez saptırmıştır. Günümüzde Kolombiya’da yaşayan Kogi halkının kendilerini “alışılageldiği üzere Ana diye hitap ettikleri Dünya’yı korumak amacıyla” yaratılan bir “Büyük Kardeş” gibi gördüklerini ve aynı zamanda “çok geç olmadan yola getirilmesi icap eden bir Genç Kardeş, yani dik başlı bir varlıkla” baş etmek mecburiyetinde kaldıklarını belirterek Yerli kültürlere saygılı bir üslupla yazmaktadır. “Uyum”un yazarı Charles’ın bu türden söylemleri bulunmaktadır: “Aydınlanma Çağı muhteşem gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur, ne var ki keşke mekanik bilimin savunucuları bu sürecin beraberinde getirdiği kötü yönleri de kabul etmeye daha fazla hazırlıklı olacaklardır.”

Charles’ın tarihi zaman çizelgesinde, her şeyin yokuş aşağı gitmeye başladığı dönemin, halkın hükümdarların kellelerini kesmeye başlaması döneminde yaşanmış olması rastlantısal görünmüyor. Oxford Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Jonathan Healey, The Blazing World: A New History of Revolutionary England (1603-1689) adlı kitabın yazarı Jonathan Healey, dini otoritenin sorgulanmaya başladığı 17. yüzyılın başlarındaki sancılı yıllarda I. Charles’ın da uyum kavramına –ki Healey’in de belirttiği üzere bu kavram “düzen” sözcüğünün bir başka karşılığı– yatırım yaptığını söylüyor. “Bu, herkesin yerini bilmesine dayanıyor” diye açıklama yapıyor. “Köylüler kimin sorumlu olduğunu sorgulamıyor ve hallerinden memnunlar. Karınları doyuruluyor ve aristokrasi kendilerine hizmet etse de bu durumu asla eleştirmiyorlar.”

İngiliz kraliyet ailesi Windsor’da, 1969. Soldan: Prens Edward, Edinburgh Dükü, Büyük Britanya Kraliçesi II Elizabeth, Prenses Anne, Prens Charles ve Prens Andrew. Kaynak: Fox Photos / Getty Images

I. Charles’ın tam aksine III. Charles, toplumun eğitim ya da mesleki açıdan ilerleme imkânlarından mahrum kalan mensuplarına yönelik yoğun bir ilgi göstermiştir. Prens’in Vakfı’ndan 1 milyondan fazla genç, örneğin bir iş kurmak ya da eğitimlerine ilerlemek üzere maddi desteğe kavuştu. Ne var ki her bireyin kendi yaşamını elinden gelenin en iyisini yapmak üzere aynı fırsattan faydalanmayı hak ettiğine inanmak, herkesin zirveye ulaşabileceğine ya da ulaşması gerektiğine inanmakla aynı şey değildir. Charles, “Uyum” kitabında, insanların yaşayabileceği en mutlu, en adaletli ve en sürdürülebilir çerçevenin, bireylerin sağlam bir sosyal yapı içerisinde emeğin verdiği hazzın ve tabiatın sağladığı avuntunun keyfini çıkardığı geleneksel topluluk değerlerine dayandığını öne sürmektedir. I. Charles dönemindeki yaygın kırsal topluluklardan şu övgü dolu sözlerle bahsetmektedir: “Bir zamanlar sıklıkla yenilen ve hakikaten leziz bir tadı ile dokusu olan bir et” olan koyun etini yetiştiren koyun çiftçileri, “yalnızca kimliğimizi belirlemeye ve ruhumuzu beslemeye katkıda bulunan pek çok tabiatı sürdürmekle kalmayan, aynı zamanda tüm insan topluluklarını da sürdüren uyum içinde bir varoluş ve yaratım modeline” dâhildir.

Sanayi öncesi toplumlarda Charles’ın hayranlık duyduğu türden toplumlar, bir tımar sahibi tarafından yönetilirdi ve o da bir krala tabiydi. Her ne kadar Charles’ı feodalizm [derebeylik] konusunda merak duyan biri şeklinde nitelendirmek pek doğru olmasa da dünya görüşünün içinde monarşik konumunu örtülü bir savunma barındırdığı görülmektedir. Charles’a bakılırsa, bir kral tabii bir hiyerarşi düzeninin başında bulunan mülayim bir düzenleyici olmalıdır. Kitabında şöyle yazıyor: “Uyumun niteliklerini incelemek ve bunun yaratılışın tüm düzeylerinde nasıl işlediğini daha net bir biçimde kavramak, çok kritik ve zamandan münezzeh bir prensibi gözler önüne serer: Hiçbir parça, bütünün refahıyla ilişki içerisinde olmaksızın ve buna uygun olmaksızın iyi ve doğru bir gelişim gösteremez.”

Charles, bundan birkaç yıl önce katıldığı bir toplantıda, aslanların, kaplanların ile öteki büyük kedilerin korunması amacıyla kâr amacı gütmeyen Panthera’nın kurucusu Amerikalı işadamı Thomas Kaplan ile tanıştırılmıştı. Kaplan şöyle diyor: “Dikkatini çekmek üzere en fazla birkaç dakikam olduğunu fark ettim ve ona konuyu gayet basit bir dille anlattım; kedileri geniş ekosistemler içinde yaşayan bir şemsiye türü olarak görmeniz gerektiğinden söz ettim. Büyük kedilerin uygun şartlar içinde büyümek için iki şeye ihtiyacı vardır: Hem dolaşabilecekleri bir araziye hem de yiyeceğe ihtiyaçları vardır. Besin zincirinin en tepesini beslemek amacıyla gerekli flora ve faunaya [bitki ve hayvan topluluğu] sahip olduğunuz takdirde, tanım gereği gelişen bir ekosisteme sahip olursunuz.” Kaplan birkaç ay sonra Charles’ın Güney Amerika’da hükümet yetkililerine yaptığı bir ziyaret sırasında büyük kediler konusundaki görüşlerini tekrar ettiğini öğrenmişti. Bu durum Kaplan’ı etkilemişti: “Bu bana Charles’ın etkilendiği bir şey olduğunda bunun farkına vardığını ve bu durumu hayata geçirme konusunda olağanüstü bir kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.” Ne var ki Kaplan’ın yaptığı hamlenin Charles’ta yankı bulması hiç de şaşırtıcı değil. Aslan ormanın kralıdır. Kral başarıya ulaştığında, bu onun egemenlik sahasında da her şeyin yolunda olduğu anlamına gelir.

Galler Prensi sıfatıyla şahsi gayesini bulmakta güçlük çeken Charles, bir varis yetiştirerek hanedanlık gayesini gerçekleştirmek zorundaydı. Galler Prensesi Diana ile evliliği, I. Charles’ın 1625’te Fransa Kralı’nın 15 yaşındaki en küçük kızı Henrietta Maria ile yaptığı görücü usulü evlilikten öte bir aşk evliliği değildi. (Zaman içinde, kısmen karşılıklı duydukları sanat sevgisi nedeniyle yakınlaştılar. (ki böyle şeyler olabilir). Başlangıçta Diana, Charles’ın en azından kimi tutkularını paylaşıyor gibi görünüyordu: Charles’ın açık hava sevgisine görünürde memnuniyetle boyun eğmiş, hatta kendisine balık tutmayı öğretmesine bile izin vermiştir. Diana’nın hemen William ve Harry adında iki oğlu dünyaya geldi. Ne var ki, evlilikleri henüz çok gençken Diana’nın Charles’ın Highgrove’daki bahçelere olan düşkünlüğüne ilgi duymadığı, Charles’ın okuduğu kitaplardan ve edindiği arkadaşlardan bunaldığı ve bu durumlara içerlediği açıkça ortaya çıktı. Her ne kadar Charles eski kız arkadaşı Camilla Parker Bowles ile ilişkisini yeniden alevlendirse de –“Tarihte metresi olmayan ilk Galler Prensi olmamı mı bekliyorsunuz?” dediği iddia edilir– hiçbir zaman içinden çıkamayacağını düşündüğü bir evliliğin felaketle sonuçlanan başarısızlığından dolayı acı çekiyordu. Evlendikten beş yıl sonra bir arkadaşına, “Geçimsizlik ne kadar korkunç bir şey,” diye yazmıştı. “Ne kadar da feci bir yıkım olabiliyor.”

1992’de ayrılan Galler Prensi ve Prensesi 1996’da boşanmış; Diana bir yıl sonra Paris’te geçirdiği bir trafik kazasında hayata gözlerini yummuştu. Bu trajedi bir bakıma Charles’a bir tür özgürlük sunmuştu; Catherine Mayer’in belirttiği üzere, Charles “Diana’nın ölümünden fayda sağladığı yönündeki ithamlara karşı hassasiyet gösteriyor gibi görünüyor, belki de en azından bir düzeyde bunun doğru olmasından korkuyor olabilir.” Charles’ın Camilla ile süregelen uyumlu birlikteliği 2005 yılında gerçekleşen evlilikle resmiyet kazanırken, bu çift hayatlarının son dönemlerinde birden fazla konutta sürdürdükleri ailevi huzur dolu bir sürece girmiş oldu. Müstakbel kral, 20’li yaşlarının ortalarında, görünüşe nazaran doğuştan gelen bir mutluluk yatkınlığı taşımayan bir adamın sahip olabileceği kadar mutluymuş gibi görünüyordu.

Ne var ki son zamanlarda aile ilişkileri pek de uyum içinde değildi. Ayrıca, Charles’ın asi küçük kardeşi Prens Andrew’un, cinsel tacizci Jeffrey Epstein ile yürüttüğü kirli ilişkiler Kraliyet Ailesi’nin itibarını zedelemiş ve Andrew, daha genç bir kızken Epstein ile cinsel ilişkiye girdiğini iddia eden Virginia Giuffre ile açtığı milyon dolarlık davada anlaşmaya varmıştır. (Kendisi bu suçlamaları reddetmiştir.) Söylendiğine bakılırsa Andrew, Kral Charles’ın Kraliçe’den kalan mirası henüz paylaşmamış olmasından dolayı “şaşkın” –primogenitür çok sıkıntılı bir durum– ve yaklaşık 20 yıldır yaşadığı 30 odalı kır evi Royal Lodge’dan annesinin desteğiyle taşınmak zorunda kalabileceği ihtimali nedeniyle dehşete kapılmış durumdadır. Andrew yalnızca 63 yaşında, bu da İngiliz hükümdarının, Charles ya da kendisinden sonra gelen William olsun, muhtemelen uzun yıllar boyunca Andrew meselesini ele alacağı manasına gelmektedir.

Daha sonra, Sussex Dükü Prens Harry, yani diğer sorun yaratan Genç Kardeş geliyor. Harry’nin Amerikalı eşi Sussex Düşesi Meghan ile Kaliforniya’da geçireceği mali yönden garanti altına alınmış bir yaşam uğruna Kraliyet Ailesi’nden fiilen ayrılması Kral’a hem manevi yönden üzüntü hem de kurumsal bakımdan huzursuzluk yaşatmıştır. Harry’nin kaleme aldığı anı kitabı “Spare”, sanki Harry yazmış gibi son derece edebi bir üslupla anlatılsa da Charles’a atfedilen mahzun bir ağıt – “Lütfen çocuklar, son yıllarımı ıstıraba çevirmeyin” – insana tamamen gerçek gibi geliyor. Sarayın taç giyme törenini Harry’nin ilk çocuğu Prens Archie’nin dördüncü doğum gününe denk getirerek Sussex’lerden birinin ya da her ikisinin Montecito’daki güneşin kavurduğu şenlikler uğruna törenleri es geçmesi konusunda kusursuz bir mazeret sunacak biçimde programlaması ya Makyavelist bir dehanın ya da ruhani bir vurdumduymazlığın eseriydi. Prens Harry’nin Mart ayı sonunda Daily Mail gazetesinin sahibi Associated Newspapers’a karşı açılan bir davada Yüksek Mahkeme’ye ifade vermek üzere Birleşik Krallık’a gerçekleştirdiği kısa sürpriz ziyaret ve Kral’ın onu göremeyecek kadar “meşgul” olduğunun dile getirilmesi hayra alâmet değildi. Nihayetinde Harry taç giyme törenine katılacağını, ancak Meghan ya da çocukları olmadan katılacağını teyit etmişti.

I. Charles tahta çıktığında, 22 yıl önce yaşamını yitirmiş olan Kraliçe I. Elizabeth gibi büyüleyici bir çekicilik ve uzun süre hüküm sürmüş bir kadın hükümdarın gölgesinde kalmıştır; aynı şekilde, III. Charles’ın annesi de eşi benzeri olmayan bir örnek oluşturmuştur. Şimdi Kraliçe II. Elizabeth’in saltanatının belirli dönemlerinde popülaritesinin ciddi ölçüde düştüğünü unutmak kolaydır. 1980’ler ve 1990’larda, bilhassa dört çocuğundan üçünün evliliklerinin kötü sonuçlanmasındaki sorumluluk algısından ötürü eleştirilere maruz kalmıştır. Ne var ki, ölümüyle birlikte tüm bunlar tarih sahnesinden silinmiş oldu. I. Charles, İngiltere Kilisesi’nde azizlik mertebesine yükseltilen tek hükümdar olabilir –kimi Üst Düzey Anglikanlar tarafından kendisine Şehit Charles denmektedir– ancak Kraliçe II. Elizabeth saltanatını azizliğin seküler uyarlama olan hemen hemen evrensel bir takdirle tamamlamıştır.

Charles hiçbir zaman annesininkine yaklaşan kamuoyu yoklamalarına sahip olmadı. Kısa bir süre önce Camilla ile birlikte Colchester’a yaptıkları resmi bir ziyaret sırasında protestocuların hışmına uğradılar. Her ne kadar günümüzde monarşiyi devirmek konusunda pek hevesli görünmese de genç İngilizler gözünde tüm bunların manasız olduğuna dair göstergeler bulunuyor. TikTok kuşağının cep telefonlarının ekranı üzerinde aşağıya doğru kaydırabileceği büyüleyici genç ya da 20’li yaşlarda kraliyet mensupları mevcut değildir ve Diana vefat ettiğinde Charles’ın Harry’ye sarılmadığına değinen “Spare”in yayımlanması da Kral’ın şahsi itibarına bir katkı sağlayamamıştır. Yapılan kamuoyu yoklamalarından birine göre, 18 ila 24 yaş aralığındaki İngilizlerin yalnızca üçte biri [1/3] monarşinin varlığını sürdürmesini istemektedir.

Galler’in yeni Prens ve Prensesi William ile Kate sevilen insanlar, ancak artık 40’lı yaşlarındalar. Kral’ı yakından tanıyan çevreler, kendi saltanatının kısa sürmesinin yarattığı kaçınılmaz duruma rağmen, William’ı yönlendirmede ağır davranmayacağını söylüyor. Kral’ın eski iletişim sekreteri Paddy Harverson bu duruma şöyle açıklama getirmektedir: ‘‘Charles’ın yaptığı gibi William’ın da kendine ait bir rol belirlemesine müsaade etmesini beklerdim.” Charles, William’ın sürdürülebilir teknolojileri teşvik etmek amacıyla Earthshot Ödülü’nü düzenleyerek çevreyi korumaya yönelmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. ‘‘Spare’’ kitabının yayımlanmasından önce Charles, Harry’nin bilhassa Afrika’daki çevreci davalara olan bağlılığından da övgüyle söz etmişti. Charles’ın tartışmalara yol açan nüfus kontrolü fikrinin bir savunucu olduğu göz önüne alındığında –“Uyum” adlı kitabında “belki de ailelerimizi ne kadar genişletmemiz gerektiği üzerinde iyice düşünmenin zamanı gelmiştir” diye yazar– Harry ile Meghan’ın kamuoyuna açıkladıkları çocuk sayılarını iki ile sınırlandırma tercihi onu memnun etmiştir.

Charles’ın bir zamanlar olduğundan daha gözde olmasının nedeni kısmen bir zamanlar pek de popüler olmayışı —ama aynı zamanda monarşi kurumunun güya büyülü bir gücünün olmasından kaynaklanmaktadır. Kraliçe Elizabeth’in vefatı üzerine Charles’ın iyi bir kral olacağını düşünenlerin oranı adeta ikiye katlandı. Kral olmak dönüşüm yaratır; kral olarak taç giymek ise büyük ihtimalle bundan daha da fazlası olacaktır. Coronation: The Crowning of Elizabeth II [II. Elizabeth’in Taç Giyme Töreni] adlı kitabın yazarı Hugo Vickers, “Charles, özünde yeni bir kişiliğe bürünüyor” diyor. “Westminster Abbey Manastır’a bir bakıma her ikisi de tek bir kişi olarak girip başka bir kişi olarak çıkıyorlar.”

Charles yine de uzun yıllar boyunca taşıdığı aşina sima olmaya devam etmektedir; bu tacı giymek onun asli kişiliğini değiştirmeyecektir. Kraliçenin vefatından sonraki günlerde krallığının ilan edildiği törenlerde yer aldığında, arızalanan kalemlerle bir değil iki kez münakaşaya girmiş ve ikinci seferinde verdiği öfkeli tepki –“Her seferinde yaptıkları bu kahrolası şeye tahammül edemiyorum”– kendisini gözlemleyerek vakit geçiren herkes tarafından fark edilebilirdi. Biyografisini kaleme alan Catherine Mayer’in ifadesiyle, “Dünya onun aleyhinde; hatta cansız nesneler bile onun aleyhindedir. Bu onun kişiliğinin kesinlikle merkezinde bulunuyor.” Her ne kadar Kral Charles’ın gönülden gelen düşüncelerini kapının ardında bırakacağını hayal etmek mümkün olmasa da Mike Bartlett’in 2014 tarihli meşhur kafiyesiz şiir türündeki tiyatro oyunu “Kral III. Charles”ta kurguladığı üzere, hükümetin çıkardığı yasalara kraliyet onayı vermeyi reddederek anayasal bir krize neden olması da benzer şekilde düşünülemez. Bu geçtiğimiz Ekim ayında Birleşik Krallık hükümeti, 2021 yılında İskoçya’da düzenlenen cop26’ya [BM İklim Değişikliği Konferansı] iştirak etmiş olmasına rağmen Kral’ın Mısır’da düzenlenecek cop27 iklim konferansına katılmamasını tercih edeceğini bildirmiştir.  Charles bu karara uymuştur. Ne var ki konferanstan birkaç gün önce 200 siyasetçi ve aktivisti Buckingham Sarayı’nda bir davette bir araya getirdi. Ian Skelly, “Charles, susmakta güçlük çekiyor olmalı,” diyor. “Kral olması bu konuyu önemsemesine mani teşkil etmiyor. Sanırım gelecekte göreceğimiz şey bu önemsemenin farklı bir yolla ifade edilmesi yönünde olacaktır.”

Taç giyme töreni, Kral’ın “düşürülmüş” bir monarşi arzusu doğrultusunda, annesine nazaran daha gösterişten uzak bir tören olacaktır. Ne var ki, her zaman monarşiyle alakalı meselelerde olduğu üzere, “düşürülmüş” göreceli bir terimdir. Merhum Kraliçe’nin taç giyme törenine 8.000’den fazla davetli katılmışken, bu kez Westminster Abbey Manastır’a yalnızca 2.000 kişi çağrılacaktır; kraliyet mensuplarının oturacakları yerler hususunda kura çekmek zorunda kalacakları ve diğer ileri gelenlerin de davetiye kapabilmek uğruna birbirleriyle itişip kakışacakları belirtiliyor. Tıpkı Charles’ın monarşik akıbetinin “acı hakikati”ni kabullendiği yaşa denk gelen dokuz yaşındaki veliaht Prens George gibi Prens William da törensel bir rol üstlenecek ve muhakkak ki kendi muhakeme sürecini tecrübe edecektir.

Charles taç giyme törenine inceden inceye kendi damgasını koyacaktır. Saray, Charles’ın hayvanlara yönelik eziyet içermeyen bir yağ ile vaftiz edileceğini, bu yağın içerisinde misk kedisi ya da ispermeçet balinası ürünlerinin kullanılmayacağını açıkladı. İçinde yasemin, portakal çiçeği ve neroli çiçeği özlerinin yer alacağı formül, Charles’ın baba tarafından büyükannesi Prenses Alice’in gömüldüğü yerden çok da uzak olmayan Kudüs’te yetişen zeytinlerden elde edilen yağı da içinde bulunduracaktır. Charles, Andrew Lloyd Webber’e Mezmur 98’in Tabiatı çağrıştıran dizelerinden uyarlanan yeni bir ilahi besteletti: “El çırpsın ırmaklar, sevinçle haykırsın dağlar RAB’bin önünde!” Westminster Abbey Manastırı’nda 10 yıl kadar önce yürütülen yenileme çalışmaları, uyum içinde bir araya gelerek seyircilerin ve televizyon izleyicilerinin, törenin bir bölümünün yapıldığı yüksek mihrabın önünde bulunan ve 13. yüzyıldan kalma bir mozaik döşeme olan Cosmati Döşemesi’ni görmesine imkân sağlayacaktır. Kraliçe’nin son taç giyme töreninde ve daha önceki pek çok kuşakta mozaik ile kaplanmıştır. Dairelerden ve karelerden oluşan karmaşık bir desen olan döşeme, akademisyenler arasında Cennet ve Dünya’nın birbirine bağımlılığını temsil ettiği yönünde anlaşılmaktadır. Taht, tören sırasında, hükümdar ile Tanrı arasındaki ilişkiyi sembolize edecek şekilde kaldırımın merkezine yerleştirilecektir. Prens’in Vakfına bağlı Geleneksel Sanatlar Okulu’ndan Azzam, “Bu Charles’ın oynadığı rolün bir göstergesi —yani o Cennet ve Dünya’yı birleştiren kişidir,” diyor. “Yaşamı boyunca öğrettiği geometrinin üzerinde durmakta ve kral olarak üzerine düşen rolü yerine getirmektedir.” Charles’ın mistik eğilimleri dikkate alındığında, bu sembolizmi mutlaka anlamlı bulacaktır. Gelecekteki hükümdar olarak rolünü bir zamanlar istenmeyen bir yazgı gibi gördüyse, III. Charles, anayasal monarşinin göstermelik sınırları içerisinde bile kendi yolunu biçimlendiren bir ilahi gücün var olduğunun teyidinden muhakkak ilham duyacaktır.

Tören sona erdiğinde Charles, parıltılı kraliyet tören hazineleriyle donatılacaktır: Bunlar arasından monarşinin sahip olduğu dünyevi gücü simgeleyen Hükümdar Asası, monarşinin gücünü Tanrı’dan aldığının göstergesi olan Hükümdar Küresi ve Aziz Edward’ın Tacı sayılabilir. Bu kraliyet hazineleri ortaçağdan bu yana kullanılan eşyalara göre tasarlanmıştır, ancak esasında 1661 yılında hazırlanmışlardır. Bunlar II. Charles tarafında geçmişe dönük bakıldığında Interregnum [Fetret Dönemi] adıyla bilinen dönemin ardından monarşinin yeniden kurulmasının kutlandığı —yani kendi şaşaalı taç giyme töreni münasebetiyle yaptırılmıştır. Ortaçağdan günümüze ulaşan bu özgün eserler, I. Charles’ın idam edilmesinin ardından gelen cumhuriyetçi zaferin ilk kıvılcımında, artık onlara gerek kalmayacağı düşünülerek eritilip yok edilmiştir.

III. Charles sanat eğitimi almaya başladıktan ve çocukluğunda dört bir yanını saran Kraliyet Koleksiyonu’nun ihtişamına hayran kaldıktan sonra, John Michael Wright’ın 60’lı ve 70’li yıllarda çizdiği, kendi adıyla özdeşleşen II. Charles’ın olağanüstü portresine hayran kalmış olmalıdır. Bu resimde Kral bir tahtta oturmuş, ayaklarında yüksek ökçeli pabuçlar bir minder üzerinde dengede durmakta ve biçimli bacakları eskiden erkeklerin giydiği çorap formlu bir tür beyaz taytla bezenmiş vaziyette gösterilmektedir. Üzerinde Dizbağı Nişanı’na uygun bir kıyafet yer almaktadır: Gümüş renginde bol bir kumaş pantolon ve üzeri dantelle süslenmiş bir gömlek, bu giysinin üzerinde de kenarları kakımın kış postundan yapılan kürkle bezenmiş kırmızı bir Parlamenter cüppesi vardır. II. Charles –sanatı yeniden canlandırarak Püritenlerin kemer sıkma politikasını ortadan kaldıran, kimsenin kayıt altına alamayacağı kadar çok metresi olan ve transatlantik köle ticaretini harekete geçirmeye katkıda bulunan bir kraliyet imtiyaznamesi veren– monarşik egemenliğin timsali hâlinde, bir elinde küre, diğer elinde asa ile görünmektedir. Bu portre, genç Prens Charles’ın Windsor Kalesi’nin duvarında gördüğü sırada dikkatini çeken “I. Charles’ın Üçlü Portresi” adlı tablodaki ikircikli tavrın hiçbirini yansıtmıyor. Portrede sergilenen durum, monarşinin iyiye ya da kötüye dönük olağanüstü kendini yenileme kapasitesine bir örnek teşkil etmektedir. Bu kapasiteyi artık tacın yükünü kendi başı taşıdığına göre, Kral III. Charles’ın üzerinde kafa yormak üzere eline yeni bir fırsat geçecektir.

Bu yazı Burak Yıldız tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.

Orijinal Kaynak: Mead, Rebecca. (2023, April 29), “The Self-Justifying Philosophy of King Charles,” The New Yorker.

Atıf Şekli: Mead, Rebecca. (2023, Temmuz 03). “Kral Charles’ın Kendini Haklı Çıkaran Felsefesi” Çev. Burak Yıldız, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/kral-charlesin-kendini-hakli-cikaran-felsefesi

Kapak Resmi: Prens Charles Downing Street, Cambridge, Birleşik Krallık’ta yürürken, 12 Ekim 1967. Trinity Koleji’ndeki dönemine başlıyor. Kaynak: Peter Dunne / Daily Express / Getty Images.

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.