Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Ekonomiyi Neoliberalizmden Kurtarmak - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Ekonomiyi Neoliberalizmden Kurtarmak

En sert eleştirmenlerinin bile kabul ettiği gibi, neoliberalizmi saptamak zordur. Geniş anlamda, piyasaların hükümete, ekonomik teşviklerin sosyal veya kültürel normlara ve özel girişimciliğin kolektif veya topluluk eylemine tercih edilmesini ifade eder. Augusto Pinochet’den Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’a, Clinton Demokratları ve Britanya’nın Yeni İşçi Partisi’nden Çin’deki ekonomik açılıma ve İsveç’teki refah devleti reformuna kadar geniş bir fenomen yelpazesini tanımlamak için kullanılmıştır.

Bu terim; kuralsızlaştırma, serbestleştirme, özelleştirme veya mali kemer sıkma gibi görünen her şeyi karşılamak için kullanılır. Bugün, artan ekonomik güvensizlik ve eşitsizlik üreten, siyasi değerlerimizin ve ideallerimizin kaybolmasına yol açan ve hatta mevcut popülist tepkimizi hızlandıran fikir ve uygulamaların kestirme adı olarak rutin bir şekilde aşağılanıyor.

Görünüşe göre neoliberalizm çağında yaşıyoruz. Peki ama neoliberalizmin taraftarları ve yayıcıları yani neoliberaller kim? Garip bir şekilde, neoliberalizmi açıkça benimseyen birini bulmak için neredeyse 1980’lerin başına gitmeniz gerekecek. The Washington Monthly’nin uzun süredir editörü olan Charles Peters, 1982’de “A Neo-Liberal’s Manifesto” [Bir Neo-Liberalin Manifestosu] adlı bir makale yayımladı. Otuz beş yıl sonra okunması ilginç olan bu makalede anlatılan neoliberalizm, bugünün alay konusu olan neoliberalizm ile çok az benzerlik taşıyor.

Peters’ın hareketin örnekleri olarak adlandırdığı politikacılar Thatcher ve Reagan değil, Bill Bradley, Gary Hart ve Paul Tsongas’tır. Listelediği gazeteciler ve akademisyenler arasında James Fallows, Michael Kinsley ve Lester Thurow yer alıyor. Peters’ın neoliberalleri, sendikalar ve büyük hükümet lehine, piyasalar ve orduya karşı önyargılarını bırakan (kelimenin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki anlamıyla) liberallerdir.

“Neoliberal” teriminin kullanımı, 1990’larda Peters’ın bahsetmediği iki gelişmeyle yakından ilişkili hâle geldiğinde patladı. Biri, 2008 mali çöküşüyle ​​(ABD’nin iki savaş arası dönemden bu yana ilk kez yaşadığı) ve hâlâ sürmekte olan euro fiyaskosuyla sonuçlanacak olan mali deregülasyondu. İkincisi, serbest finans akışı ve yeni, daha iddialı bir ticaret anlaşması türü sayesinde hızlanan ekonomik küreselleşmeydi. Finansallaşma ve küreselleşme, günümüz dünyasında neoliberalizmin en açık tezahürleri hâline geldi.

Neoliberalizmin kaygan, değişken bir kavram olması, açık bir savunucu lobisi olmaması, onun ilgisiz veya gerçek dışı olduğu anlamına gelmez. Dünyanın 1980’lerden itibaren pazarlara doğru kesin bir kayma yaşadığını kim inkâr edebilir? Ya da şu merkez sol politikacılar —ABD’deki Demokratlar, Avrupa’daki sosyalistler ve sosyal demokratlar— deregülasyon, özelleştirme, mali liberalleşme ve bireysel girişim gibi Thatcherizm ve Reaganizm’in bazı temel inançlarını şevkle benimsediler mi? Çağdaş politika tartışmalarımızın çoğu, sözde homo economicus temellere dayanan normlar ve ilkelerle dolu olmaya devam ediyor.

Ancak neoliberalizm teriminin esnekliği, aynı zamanda ona yönelik eleştirilerin çoğu zaman hedefini kaçırdığı anlamına da gelir. Piyasalarda, özel girişimcilikte veya teşviklerde -uygun şekilde kullanıldığında- yanlış bir şey yoktur. Zamanımızın en önemli ekonomik başarılarının arkasında bunların yaratıcı kullanımı yatmaktadır. Neoliberalizmi küçümsedikçe, neoliberalizmin bazı faydalı fikirlerini çöpe atma riskiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Asıl sorun, ana akım iktisadın çok kolay bir şekilde ideolojiye bürünmesi, sahip göründüğümüz seçenekleri kısıtlaması ve kalıp çözümler sunmasıdır. Neoliberalizmin arkasında yatan iktisadın doğru bir şekilde anlaşılması, iktisat bilimi kılığına büründüğünde ideolojiyi tanımlamamıza ve reddetmemize olanak sağlayacaktır. En önemlisi de kapitalizmi yirmi birinci yüzyıl için yeniden tasarlamak üzere şiddetle ihtiyaç duyduğumuz kurumsal hayal gücünü geliştirmemize yardımcı olacaktır.

***

Neoliberalizm tipik olarak, ana akım iktisat biliminin temel ilkelerine dayalı olarak anlaşılır. Bu ilkeleri ideoloji olmadan görmek için bir düşünce deneyi tasarlayalım.

Tanınmış ve saygın bir ekonomist, hiç ziyaret etmediği ve hakkında hiçbir şey bilmediği bir ülkeye gelir. Ülkenin önde gelen politika yapıcılarıyla bir toplantıya getirilir. “Ülkemiz tehlikede” diyorlar. “Ekonomi durgun, yatırım düşük ve görünürde bir büyüme yok.” Beklenti içinde ona dönerler: “Ekonomimizi büyütmek için ne yapmamız gerektiğini söyleyin lütfen.”

Ekonomist bilgisizliğini öne sürer ve herhangi bir tavsiyede bulunmak için ülke hakkında çok az şey bildiğini açıklar. Bir şey söylemeden önce ekonominin tarihini incelemesi, istatistikleri analiz etmesi ve ülkeyi dolaşması gerekecektir. Ancak ev sahipleri ısrarcıdır. “Çekingenliğinizi anlıyoruz ve tüm bunlar için zamanınız olmasını diliyoruz” derler. “Ama ekonomi bir bilim değil mi ve siz de onun en seçkin uygulayıcılarından biri değil misiniz? Ekonomimiz hakkında fazla bilginiz olmasa da ekonomi politikalarımıza ve reformlarımıza rehberlik etmesi için bizimle paylaşabileceğiniz bazı genel teoriler ve reçeteler mutlaka vardır.”

Ekonomist şimdi bir çıkmazın içinde. En sevdikleri politika tavsiyelerini sattıkları için uzun süredir eleştirdiği ekonomi gurularını taklit etmek istemiyor. Ancak şu soru karşısında zorlandığını hissediyor. Ekonomide evrensel doğrular var mıdır? Geçerli (ve muhtemelen faydalı) bir şey söyleyebilir mi?

Böylece konuşmaya başlıyor. Bir ekonominin kaynaklarının tahsis edilmesindeki verimlilik, ekonominin performansının kritik bir belirleyicisidir, diyor. Verimlilik ise hane halklarının ve işletmelerin teşviklerinin sosyal maliyet ve faydalarla uyumlu hâle getirilmesini gerektirir. Girişimcilerin, yatırımcıların karşılaştığı teşvikler ve üreticiler ekonomik büyüme söz konusu olduğunda özellikle önemlidir. Büyüme, yatırım yapanların yatırımlarının getirilerini elinde tutabilmelerini sağlayacak bir mülkiyet hakları ve sözleşme uygulama sistemine ihtiyaç duyar. Ve ekonomi, dünyanın geri kalanından gelen fikirlere ve yeniliklere açık olmalıdır.

Ancak ekonomiler makro ekonomik istikrarsızlık nedeniyle raydan çıkabilir, diye devam ediyor. Bu nedenle hükümetler, likidite artışını makul bir enflasyonda nominal para talebindeki artışla sınırlamak anlamına gelen sağlam bir para politikası izlemelidir. Mali sürdürülebilirliği sağlamalıdır. Böylece kamu borcundaki artış milli geliri geçmez. Ve finansal sistemin aşırı risk almasını önlemek için bankaların ve diğer finansal kuruluşların ihtiyatlı düzenlemelerini yapmalıdır.

Şimdi görevine ısınıyor. Ekonomi sadece verimlilik ve büyümeden ibaret değildir, diye ekliyor. Ekonomik ilkeler eşitlik ve sosyal politikaya da yansır. Ekonominin bir toplumun ne kadar yeniden dağıtım yapması gerektiği konusunda söyleyecek çok az şeyi vardır. Ancak bize vergi tabanının mümkün olduğunca geniş olması gerektiğini ve sosyal programların işçileri işgücü piyasasından çıkmaya teşvik etmeyecek şekilde tasarlanması gerektiğini söyler.

Ekonomist konuşmasını bitirdiğinde, sanki tam teşekküllü bir neoliberal gündem ortaya koymuş gibi görünür. Dinleyiciler arasındaki bir eleştirmen tüm şifreli kelimeleri duymuş olacaktır: verimlilik, teşvikler, mülkiyet hakları, sağlam para, mali ihtiyatlılık. Yine de iktisatçının betimlediği evrensel ilkeler aslında oldukça açık uçludur. Yatırım kararlarının özel şahıslar ve firmalar tarafından verildiği kapitalist bir ekonomi varsayıyorlar, ancak bunun ötesinde değil. Şaşırtıcı çeşitlilikte kurumsal düzenlemeleri kabul ederler, hatta gerektirirler.

Peki, ekonomist az önce neoliberal bir nutuk attı mı? Böyle düşünme yanılgısına düşeriz ve bizim hatamız, her bir soyut terimi -teşvikler, mülkiyet hakları, sağlam para- belirli bir kurumsal karşılıkla ilişkilendirmek olacaktır. Ve neoliberalizmin ana kibri ve ölümcül kusuru burada yatıyor: Birinci dereceden ekonomik ilkelerin, Thatcher-Reagan tarzı bir gündemle yaklaştırılan benzersiz bir politika setiyle eşleştiği inancı.

Mülkiyet haklarını düşünün. Yatırım getirilerini tahsis ettikleri ölçüde önemlidirler. Optimal bir sistem, mülkiyet haklarını bir varlıktan en iyi şekilde yararlanacak olanlara dağıtır ve getirileri kamulaştırma olasılığı en yüksek olanlara karşı koruma sağlar. Mülkiyet hakları, yenilikçileri bedavacılardan koruduğu zaman iyi, ancak onları rekabetten koruduğu zaman kötüdür. Bağlamına dayalı olarak, uygun teşvikleri sağlayan bir yasal rejim, standart ABD tarzı özel mülkiyet hakları rejiminden oldukça farklı görünebilir.

Bu, çok az pratik anlamı olan anlamsal bir nokta gibi görünebilir; ancak Çin’in olağanüstü ekonomik başarısı büyük ölçüde ortodokslara meydan okuyan kurumsal kurnazlığından kaynaklanıyor. Çin pazarlara döndü, ancak mülkiyet haklarında Batı uygulamalarını kopyalamadı. Reformları, yerel bağlama daha iyi uyarlanmış bir dizi olağandışı kurumsal düzenleme yoluyla piyasaya dayalı teşvikler üretti. Örneğin, hâkim yasal yapıların zayıflığı tarafından engellenecek olan doğrudan devletten özel mülkiyete geçmek yerine, ülke, uygulamada girişimciler için daha etkili mülkiyet hakları sağlayan karma mülkiyet biçimlerine dayanıyordu. 1980’lerde Çin’in ekonomik büyümesine öncülük eden Kasaba ve Köy İşletmeleri (Township and Village Enterprises), yerel yönetimlerin sahip olduğu ve onlar tarafından kontrol edilen kolektiflerdi. Kamuya ait olmalarına rağmen, girişimciler ihtiyaç duydukları kamulaştırmaya karşı korumayı aldılar. Yerel yönetimler, firmaların kârlarında doğrudan paya sahipti ve bu nedenle altın yumurtlayan kazı öldürmek istemedi.

Çin, her biri alışılmadık kurumsal düzenlemelerde ekonomistin üst düzey ekonomik ilkelerini sunan bu tür bir dizi yeniliğe bel bağladı. Devlete zorunlu tahıl teslimatını koruyan ancak çiftçilerin fazla ürünlerini serbest piyasalarda satmalarına izin veren çift yönlü fiyatlandırma, kamu maliyesini tam liberalleşmenin olumsuz etkilerinden korurken arz yönlü teşvikler sağladı. Hanehalkı Sorumluluk Sistemi (Household Responsibility System) olarak adlandırılan sistem, çiftçilere üzerinde çalıştıkları araziye yatırım yapma ve iyileştirme teşviki verirken, açık bir özelleştirme ihtiyacını ortadan kaldırdı. Özel ekonomik bölgeler, devlet firmalarının korumasını kaldırmadan (ve dolayısıyla yerli istihdamı güvence altına alarak) ihracat teşvikleri sağladı ve yabancı yatırımcıları cezbetti. Ortodoks planlardan bu tür sapmalar göz önüne alındığında, eleştirmenlerin yapmaya meyilli olduğu gibi, Çin’in ekonomik reformlarını neoliberal bir dönüş olarak adlandırmak, ortaya koyduğundan daha fazlasını çarpıtıyor. Buna neoliberalizm diyeceksek, tarihteki en dramatik yoksulluğun azaltılmasının arkasındaki fikirlere kesinlikle daha şefkatle bakmalıyız.

Çin’in kurumsal yeniliklerinin tamamen geçici olduğu itiraz edilebilir. Belki de ekonomik ilerlemesini sürdürmek için Batı tarzı kurumlarda bir araya gelmesi gerekecek. Ancak bu ortak düşünce tarzı, politika söylemimizin önemli ölçüde homojenleşmesine rağmen, gelişmiş ekonomiler arasında hâlâ geçerli olan kapitalist düzenlemelerin çeşitliliğini göz ardı ediyor.

Ne de olsa Batı kurumları nelerdir? Örneğin, zengin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic Co-operation and Development – OECD) ülkeleri kulübünde kamu sektörünün önemi, Kore’de ekonominin üçte birinden Finlandiya’da yaklaşık yüzde 60’a kadar değişmektedir. İzlanda’da işçilerin yüzde 86’sı bir sendikaya üye; İsviçre’deki karşılaştırılabilir sayı sadece yüzde 16’dır. ABD’de firmalar işçileri neredeyse istedikleri zaman işten çıkarabilirler; Fransız iş kanunları, işverenlerin öncelikle birçok çemberden geçmesini şart koşuyor. ABD’de borsalar milli gelirin yaklaşık bir buçuk katına ulaştı; Almanya’da, milli gelirin yarısını temsil eden sadece üçte biri kadar büyükler.

Bu vergilendirme, çalışma ilişkileri veya finansal organizasyon modellerinden herhangi birinin doğası gereği diğerlerinden üstün olduğu fikri, bu ekonomilerin her birinin son on yıllarda deneyimlediği değişken ekonomik servetler tarafından yalanlanmaktadır. ABD, ekonomik kurumlarının Almanya, Japonya, Çin ve şimdi muhtemelen yine Almanya’dakilerden daha aşağı olduğuna karar verildiği art arda endişe dönemlerinden geçti. Kesinlikle karşılaştırılabilir zenginlik ve üretkenlik seviyeleri, çok farklı kapitalizm modelleri altında üretilebilir. Hatta bir adım daha ileri gidebiliriz: Bugünün geçerli modelleri muhtemelen gelecekte mümkün (ve arzu edilir) olabileceklerin aralığını tüketmenin yakınından bile geçemez.

Düşünce deneyimizdeki misafir ekonomist tüm bunları bilir ve belirttiği ilkelerin işler hale gelmeden önce kurumsal ayrıntılarla doldurulması gerektiğini kabul eder. Mülkiyet hakları? Evet ama nasıl? Güvenilir para mı? Tabii ki, ama nasıl? Onun ilkeler listesini boş olmakla eleştirmek, onu neoliberal bir şaplak olarak suçlamaktan belki daha kolay olurdu.

Yine de bu ilkeler tamamen içerikten bağımsız değildir. Çin ve aslında hızla gelişmeyi başaran tüm ülkeler, yerel bağlama uygun şekilde uyarlandıklarında faydalarını gösterirler. Tersine, çok fazla ekonomi, onları ihlal etmeyi seçen siyasi liderlerin nezaketini mahvetmeye sürüklendi. Sağlam paranın, mali sürdürülebilirliğin ve özel teşviklerin pratik önemini takdir etmek için Latin Amerikalı popülistlerden veya Doğu Avrupa komünist rejimlerinden başka bir yere bakmamıza gerek yok.

***

Elbette ekonomi, soyut, büyük ölçüde sağduyu ilkeleri listesinin ötesine geçer. Ekonomistlerin çalışmalarının çoğu, gerçek ekonomilerin nasıl çalıştığına dair stilize modeller geliştirmek ve ardından bu modelleri kanıtlarla karşılaştırmaktan ibarettir. Ekonomistler, yaptıkları şeyin dünyayı anlayışlarını aşamalı olarak geliştirmek olduğunu düşünme eğilimindedir: Modellerinin zaman içinde test edilip gözden geçirildikçe daha da iyi hâle geleceği varsayılır. Ancak ekonomide ilerleme farklı şekilde gerçekleşir.

Ekonomistler, doğa bilimcilerin fiziksel evrenine benzemeyen bir toplumsal gerçekliği incelerler. Tamamen insan yapımıdır, oldukça esnektir ve zaman ve mekânda farklı kurallara göre çalışır. Ekonomi, bu tür soruları yanıtlamak için doğru model veya teoriye karar vererek değil, nedensel ilişkilerin çeşitliliğine ilişkin anlayışımızı geliştirerek ilerler. Neoliberalizm ve onun alışılagelmiş çareleri -her zaman daha fazla pazar, her zaman daha az hükümet- aslında ana akım ekonominin bir sapkınlığıdır. İyi iktisatçılar, ekonomideki herhangi bir soruya verilecek doğru cevabın, duruma göre değişir olduğunu bilirler.

Asgari ücret artışı istihdamı düşürür mü? Evet, işgücü piyasası gerçekten rekabetçiyse ve işverenlerin işçileri çekmek için ödemeleri gereken ücret üzerinde hiçbir kontrolü yoksa; ama mutlaka başka türlü değil. Ticaretin serbestleştirilmesi ekonomik büyümeyi artırır mı? Evet, yatırım ve inovasyonun büyük kısmının gerçekleştiği endüstrilerin karlılığını artırıyorsa; ama başka türlü değil. Daha fazla devlet harcaması istihdamı artırır mı? Evet, ekonomide bir durgunluk varsa ve ücretler artmıyorsa; ama başka türlü değil. Tekel inovasyona zarar verir mi? Evet ve hayır, bir dizi piyasa koşuluna bağlı olarak.

Ekonomide, yeni modeller nadiren eski modellerin yerini alır. Adam Smith’e dayanan temel rekabetçi piyasalar modeli, kaba tarihsel sırayla tekel, dışsallıklar, ölçek ekonomileri, eksik ve asimetrik bilgi, irrasyonel davranış ve diğer birçok gerçek dünya özelliğinin dahil edilmesiyle zaman içinde değiştirildi. Yine de eski modeller her zamanki gibi kullanışlı olmaya devam ediyor. Gerçek piyasaların nasıl işlediğini anlamak, farklı zamanlarda farklı bakış açıları gerektirir.

Belki de haritalar en iyi analojiyi sunar. Tıpkı ekonomik modeller gibi, haritalar da gerçekliğin oldukça stilize edilmiş temsilleridir. Tam olarak kullanışlıdırlar çünkü gerçek dünyadan sizi rahatsız edecek pek çok ayrıntıyı soyutlarlar. Gerçekçi tam ölçekli haritalar, Jorge Luis Borges’in bilimsel yöntemin en iyi ve en özlü açıklaması olmaya devam eden bir kısa öyküsünde tanımladığı gibi, umutsuzca pratik olmayan eserler olacaktır. Ancak soyutlama, yolculuğumuzun doğasına bağlı olarak farklı bir haritaya ihtiyacımız olduğunu da ima eder. Bisikletle seyahat ediyorsak, bisiklet yollarının bir haritasına ihtiyacımız var. Yürüyerek gideceksek, yaya yollarının bir haritasına ihtiyacımız var. Yeni bir metro inşa edilirse bir metro haritasına ihtiyacımız olacak ama eski haritaları da çöpe atamayız.

Ekonomistler harita yapmada çok iyi olma eğilimindedir ancak eldeki göreve en uygun olanı seçmede yeterince iyi değildirler. Konuk iktisatçılarımızın karşılaştığı türden politika sorularıyla karşılaştıklarında, birçoğu bırakınız yapsınlar lehine olan “kıyaslama” modellerine başvuruyor. Seminer odasındaki tartışmanın zenginliği ve alçakgönüllülüğünün yerini dizginsiz çözümler ve kibir alır. John Maynard Keynes, bir zamanlar ekonomiyi “ilgili modelleri seçme sanatına katılan modeller açısından düşünme bilimi” olarak tanımlamıştı. Ekonomistler tipik olarak “sanat” kısmıyla sorun yaşarlar.

Bunu da bir benzetme ile örnekledim. Bir gazeteci, serbest ticaretin iyi bir fikir olup olmadığı konusundaki görüşü için bir ekonomi profesörünü arar. Profesör coşkuyla olumlu yanıt verir. Gazeteci daha sonra profesörün uluslararası ticaret konulu ileri düzey lisansüstü seminerinde öğrenci kılığına girer. Aynı soruyu soruyor: Serbest ticaret iyi mi? Bu kez profesör engellenir. “‘İyi’ derken neyi kastediyorsun?” diye yanıtlıyor. “Ve kimin için iyi?” Profesör daha sonra kapsamlı bir tefsir yapmaya girişir ve bu da en sonunda ağır bir şekilde korunan bir ifadeyle sonuçlanacaktır: “Öyleyse, az önce tanımladığım uzun koşullar listesi karşılanırsa ve kaybedenleri telafi etmek için yararlanıcıları vergilendirebileceğimizi varsayarsak, daha serbest ticaret herkesin refahını artırma potansiyeline sahiptir. Profesör, dışa dönük bir ruh hâlindeyse, serbest ticaretin bir ekonominin uzun vadeli büyüme oranı üzerindeki etkisinin de net olmadığını ve tamamen farklı gereksinimlere bağlı olduğunu ekleyebilir.

Bu profesör, gazetecinin daha önce karşılaştığı profesörden oldukça farklıdır. Kayıtlarda, uygun politika konusunda suskunluk değil, özgüven yayıyor. En azından halka açık konuşma söz konusu olduğunda, tek bir model vardır ve bağlamdan bağımsız olarak tek bir doğru cevap vardır. Garip bir şekilde profesör, ileri düzey öğrencilerine verdiği bilginin genel halk için uygunsuz (veya tehlikeli) olduğunu düşünüyor. Neden?

Bu tür davranışların kökleri, iktisat mesleğinin sosyolojisinde ve kültüründe derinlerde yatmaktadır. Ancak önemli bir güdü, mesleğin taç mücevherlerini -piyasa etkinliği, görünmez el, karşılaştırmalı üstünlük- lekesiz bir biçimde sergileme ve onları çıkarcı barbarların, yani korumacıların saldırılarından koruma gayretidir. Ne yazık ki, bu iktisatçılar genellikle konunun diğer tarafındaki barbarları, yani amaçları daha saf olmayan ve kendi çıkarları için bu fikirleri gasp etmeye fazlasıyla hazır olan finansörleri ve çok uluslu şirketleri görmezden gelir.

Sonuç olarak, iktisatçıların kamusal tartışmalara katkıları genellikle tek yönde, daha fazla ticaret, daha fazla finans ve daha az hükümet lehinedir. Bu nedenle, ana akım iktisat laissez-faire’e övgüden çok uzak olsa bile, iktisatçılar neoliberalizmin amigoları olarak ün kazandılar. Serbest piyasa heveslerinin taşmasına izin veren iktisatçılar, aslında kendi disiplinlerine sadık kalmıyor.

***

O hâlde küreselleşmeyi neoliberal pratiklerin pençesinden kurtarmak için nasıl düşünmeliyiz? Küresel pazarların olumlu potansiyelini anlayarak başlamalıyız. Mal, teknoloji ve sermayede dünya pazarlarına erişim, zamanımızın neredeyse tüm ekonomik mucizelerinde önemli bir rol oynadı. Çin, bu tarihi gerçeğin en yeni ve güçlü hatırlatıcısıdır, ancak tek durum bu değildir. Benzer mucizeler Çin’den önce Güney Kore, Tayvan, Japonya ve Şili ve Mauritius gibi Asyalı olmayan birkaç ülke tarafından gerçekleştirilmişti. Bütün bu ülkeler küreselleşmeye sırt çevirmek yerine onu kucakladı ve bundan çok fayda sağladı.

Mevcut ekonomik düzenin savunucuları, küreselleşme söz konusu olduğunda hemen bu örneklere işaret edecektir. Söyleyemeyecekleri şey, bu ülkelerin neredeyse tamamının neoliberal kısıtlamaları ihlâl ederek dünya ekonomisine katıldığıdır. Çin, büyük devlet sektörünü küresel rekabetten korudu, yabancı firmaların ekonominin geri kalanından farklı kurallarla faaliyet gösterebilecekleri özel ekonomik bölgeler oluşturmak. Güney Kore ve Tayvan, ihracatçılarına, birincisi mali sistem aracılığıyla, ikincisi ise vergi teşvikleri yoluyla büyük ölçüde sübvansiyon sağladı. Hepsi sonunda ithalat kısıtlamalarının çoğunu kaldırdı, ekonomik büyüme başladıktan çok sonra. Ancak 1980’lerde Pinochet yönetimindeki Şili dışında hiçbiri, ithalata hızlı bir şekilde açılma şeklindeki neoliberal tavsiyeye uymadı. Şili’nin neoliberal deneyi sonunda tüm Latin Amerika’daki en kötü ekonomik krizi üretti. Ayrıntılar ülkeden ülkeye farklılık gösterse de her durumda, hükümetler ekonominin yeniden yapılandırılmasında ve onu değişken bir dış ortamdan kurtarmada aktif bir rol oynadı. Sanayi politikaları, sermaye akışları üzerindeki kısıtlamalar ve para birimi kontrolleri -hepsi neoliberal oyun kitabında yasaklanmıştır- çok yaygındı.

Buna karşılık, neoliberal küreselleşme modeline en yakın olan ülkeler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Meksika özellikle üzücü bir örnek sunuyor. 1990’ların ortasındaki bir dizi makro ekonomik krizin ardından Meksika, makro ekonomik ortodoksiyi benimsedi, ekonomisini kapsamlı bir şekilde liberalleştirdi, finansal sistemi serbest bıraktı, ithalat kısıtlamalarını keskin bir şekilde azalttı ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını (North American Free Trade Agreement – NAFTA) imzaladı. Bu politikalar, makro ekonomik istikrar ve dış ticaret ile iç yatırımda önemli bir artış sağladı. Ancak önemli olduğu yerlerde -genel üretkenlik ve ekonomik büyümede- deney başarısız oldu. Reformları gerçekleştirdiğinden beri, Meksika’daki genel üretkenlik durgunlaştı ve ekonomi, Latin Amerika’nın iddiasız standartlarına göre bile düşük performans gösterdi.

Bu sonuçlar, sağlam ekonomi perspektifinden bakıldığında sürpriz değil. Bunlar, piyasaların eğilimli olduğu başarısızlıklara uyum sağlayacak ekonomik politikalara duyulan ihtiyacın bir başka tezahürüdür ve her ülkenin özel koşullarına göre uyarlanmalıdır. Tek bir plan herkese uymaz.

***

Küreselleşme, hiper-küreselleşme diyebileceğimiz şeye doğru bir dönüş yapmadan önce, kurallar esnekti ve bu gerçeği kabul ediyordu. Keynes ve meslektaşları, uluslararası ticaret ve yatırımı, yerel ekonomik ve sosyal hedeflere -tam istihdam ve geniş kapsamlı- ulaşmak için bir araç olarak gördü. Refaha dayalı -1944’te Bretton Woods’ta küresel ekonomik mimariyi tasarladıklarında. Ancak 1990’lardan itibaren küreselleşme kendi içinde bir son hâline geldi. Küresel ekonomik düzenlemeler artık, malların, sermayenin ve paranın ulusal sınırlar ötesi akışının önündeki engelleri azaltmaya odaklanan tek bir odak tarafından yönlendiriliyordu —aslında ekonomik kazanımların çok daha büyük olacağı işçiler için değil.

Önceliklerdeki bu sapkınlık, ticaret anlaşmalarının sınırların ötesine uzanmaya ve yerel kurumları yeniden oluşturmaya başlamasıyla kendini gösterdi. Yatırım mevzuatı, sağlık ve güvenlik kuralları, çevre politikaları ve endüstriyel tanıtım programları, dış ticaret ve yatırımın önünde durdukları düşünülürse, kaldırılması için potansiyel hedefler hâline geldi. Yeni kurallarla başıboş bırakılan büyük uluslararası firmalar özel ayrıcalıklar elde etti. Yatırımcıları çekmek (veya ayrılmalarını önlemek) için kurumlar vergilerinin düşürülmesi gerekiyordu. Yabancı şirketlere ve yatırımcılara, yerel düzenlemelerdeki değişiklikler karlarını düşürme tehdidi oluşturduğunda, ulusal hükümetleri özel offshore mahkemelerinde dava etme hakkı verildi. Yeni anlaşma hiçbir yerde, vaat edildiği gibi daha fazla yatırım ve büyüme değil, birbiri ardına acı verici çöküşler üreten finansal küreselleşmeden daha zarar vericiydi.

Tıpkı ekonominin neoliberalizmden kurtarılması gerektiği gibi, küreselleşme de hiper küreselleşmeden kurtarılmalıdır. Bretton Woods ruhuna daha çok uyan alternatif bir küreselleşme, hayal etmek zor değil: Kapitalist modellerin çeşitliliğini tanıyan ve dolayısıyla ülkelerin kendi ekonomik kaderlerini şekillendirmelerine olanak tanıyan bir küreselleşme. Ticaret ve yabancı yatırım hacmini maksimize etmek ve mevzuat farklılıklarını uyumlu hâle getirmek yerine, farklı ekonomik sistemlerin arayüzünü yöneten trafik kurallarına odaklanacaktır. Gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmiş ülkeler için de politika alanı açacaktır; birincisi, böylece daha iyi sosyal, vergi ve işgücü piyasası politikaları yoluyla sosyal pazarlıklarını yeniden yapılandırabilirler ve ikincisi, ekonomik büyüme için ihtiyaç duydukları yeniden yapılanmayı sürdürebilmeleri için. Ekonomistlerin ve politika teknokratlarının uygun reçeteler konusunda daha fazla tevazu göstermesini ve dolayısıyla deney yapmaya çok daha fazla istekli olmasını gerektirecektir.

***

Peters’ın ilk manifestosunun da gösterdiği gibi, neoliberalizmin anlamı zaman içinde önemli ölçüde değişmiş, bu etiket deregülasyon, finansallaşma ve küreselleşme ile ilgili olarak daha sert çağrışımlar kazanmıştır. Ancak neoliberalizmin tüm versiyonlarını birbirine bağlayan bir konu vardır ve bu da ekonomik büyümeye yapılan vurgudur. Peters 1982’de vurgunun haklı olduğunu, çünkü büyümenin tüm sosyal ve politik amaçlarımız için -topluluk, demokrasi, refah- esas olduğunu yazdı. Girişimcilik, özel yatırım ve yoldaki engellerin (aşırı düzenleme gibi) kaldırılması, ekonomik büyümeyi sağlamanın araçlarıydı. Bugün benzer bir neoliberal manifesto kaleme alınsaydı, şüphesiz aynı noktaya değinirdi.

Eleştirmenler genellikle ekonomiye yapılan bu vurgunun eşitlik, sosyal içerme, demokratik müzakere ve adalet gibi diğer önemli değerleri alçalttığını ve feda ettiğini belirtiyor. Bu siyasi ve sosyal hedefler açıkça son derece önemlidir ve bazı bağlamlarda en önemli olan onlar. Bunlara her zaman, hatta çoğu zaman teknokratik ekonomik politikalar yoluyla ulaşılamaz; siyaset merkezi bir rol oynamalıdır.

Ancak neoliberaller, ekonomimiz canlı, güçlü ve büyürken en değerli ideallerimize ulaşma olasılığımızın daha yüksek olduğunu savunurken haksız değiller. Yanıldıkları nokta, ekonomik performansı arttırmak için erişebilecekleri eşsiz ve evrensel bir reçete olduğuna inanmalarıdır. Neoliberalizmin ölümcül kusuru, ekonomiyi bile doğru anlamamasıdır. Kötü bir ekonomi olması gibi basit bir nedenden ötürü kendi şartlarıyla reddedilmelidir.

Bu yazı Ayşe Yanar tarafından sosyalbilimler.org’da yayımlanmak üzere Türkçeye çevrilmiştir.

Orijinal Kaynak: Rodrik, Dani. (2017, November 06), “Rescuing Economics from Neoliberalism,” Boston Review.

Atıf Şekli: Rodrik, Dani. (2022, Aralık 02). “Ekonomiyi Neoliberalizmden Kurtarmak” Çev. Ayşe Yanar, Sosyal Bilimler. sosyalbilimler.org/ekonomiyi-neoliberalizmden-kurtarmak

Kapak Resmi: Ronald Reagan ve Margaret Thatcher (The White House Photographic Office, 1984).

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazı Türkçeye yabancı dilden sosyalbilimler.org çevirmenleri tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlâli söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.