Tassos Boulmetis ’in “Bir Tutam Baharat”(2004) adlı filmi, baharatların işte bu yönüne, sosyal hayata, insan ilişkilerine, psikolojiye etkilerine odaklanıyor. Film, yakın planda görülen bir emzirme sahnesiyle açılıyor. Anne, göğsüne şeker serperek bebeğini beslenmeye teşvik ediyor. Bu sırada, Fannis’in iç sesi “Büyükbabam, Yunanca rüya kelimesinin geğirme kelimesine çok benzediğini söylerdi. Başlarda bu çok önemli gelmemişti. Çünkü zaten sadece bu iki şeyi yapabiliyordum. Yıllar sonra, hikâyelerden ve yemeklerden bahsettiğini anladım. Her ikisinin de lezzetini kazanması için zorunlu bir törene ihtiyaç vardı.” diye başlıyor hikâyesine.
Yazar yönetmen Tassos Boulmetis ‘in yarı-otobiyografik filmi, üç bölümden oluşuyor: Mezeler(başlangıçlar), ana yemekler ve tatlılar. (Bir öğün, yemek daveti gibi) Bir Tutam Baharat, 40 yaşında bir astrofizikçi olan Fanis ve dedesinin(Vassilis) hikâyesini odağına alıyor. Fanis, dedesinin Yunanistan’a dönmesi şerefine eski arkadaşlarının da katıldığı bir davet veriyor. Ancak, Vassilis’in hastaneye kaldırıldığı haberiyle bütün planları altüst oluyor. Bu noktada yönetmen, geriye dönüşlerle hikâyenin başına sürüklüyor izleyiciyi. 1950’lerin sonlarına. Yedi tepeli bir şehre. Rüyavari gökyüzünde tembelce, keyifli, bir o yana bir bu yana uçuşan kuşlarla başlayıp ezan okuyan müezzin görüntüsüne yönelen ilk geri dönüş, izleyiciyi 1959 İstanbul’una çekiyor. Kuşbakışı manzarada, minareler, kümbetler ve çatılar görünüyor. Kamera önce bir iç mekâna dalış yapıyor; namaz kılan bir kadın ve bir erkeği, evlerinin balkonlarında halı döven, başları bağlı kadınları, sokaklarda oynayan çocukları seyrediyor. Sonra, kalabalık bir çarşı, bir at arabası ve insanların arasından süzülerek Fanis’in büyükbabasının Kadıköy’deki aktar dükkânına götürüyor izleyenleri. Efsanede, Zümrüdü Anka’nın “Asurluların, Arapların topladığı baharatı ve ıtırı, Pigmelerin, Hintlilerin hasatlarıyla, Saba ülkesinin yumuşak bağrında yetişen ürünleri toplayıp’ kanadında taşıyarak yuvasına götürdüğü gibi.”(Dalby, 2004: 10-11)
Levi Strauss, bundan 200 yıl önce, ülkesini terk edip yerleştiği Birleşik Devletler’de,( belki de Amerikan mutfağının kıtlıkla imtihan olunan dünyasından) şöyle seslenmişti: “Bir toplumun yemek pişirme yolu, bilincinde olmadan yapılarını tercüme ettiği bir dil gibidir” Boulmetis ‘in diline tercüman olduğu Yunan mutfağı da, hiç kuşkusuz, bu toplumun zengin, çarpıcı, esrarengiz, hikayelerle, efsanelerle harmanlanmış yapısını yansıtıyor. Günümüzde, pek çok farklı kültürde ‘mutfak’ sadece yeme içme, pişirme faaliyetlerinin sergilendiği bir mekân olarak değil, ulusal kimliği, ekonomiyi, dünya görüşünü temsil eden kültürel ve ideolojik bir araç olarak incelenmeye değer bir çalışma konusu haline gelmiştir.
“Gündelik hayat incelemeleri içinde yer alan yemek kültürü ile ilgili çalışmalar bir mikro tarih konusu olarak, makro tarihi anlamamıza, anlamlandırmamıza aracılık eder.”
Vassilis, filmin Fanis’in çocukluğunda gezindiği sahneler boyunca, baharatın insan hayatındaki önemli yerini şu örneklerle açıklar: Görücülere köfte yapmak isteyen genç kıza, cevabın olumlu olduğunu çıtlatmak için kimyon değil, tarçın kullanmasını salık verir. Çünkü ona göre, “Bazen istediğimizi anlatmak için yanlış baharatı kullanmamız gerekir. Kimyon sert bir baharattır. İnsanı sakinleştirip kapatır. Oysa tarçın, insanların karşılarındakinin gözünün içine bakmasını sağlar.” Vassilis’e göre, gastronomi kelimesinin içinde gerçekten de astronomi(ve gündelik hayata dair basit dersler ve gerçekler de) saklıdır: “Biber sıcaktır ve yakar; aynı güneş gibi. Güneş her şeyi görür. Bu yüzden biber tüm yemeklere yakışır. Venüs Afrodit’i temsil eder, o en güzel kadındır; bu yüzden Tarçın da tüm kadınlar gibi hem tatlı hem acıdır. Dünyada ise yaşam vardır. Yaşamak için yemek yemek gerekir. Yemeği lezzetli yapan tuzdur. Yaşamın da yemek gibi tuza ihtiyacı vardır. Hem yemeğe hem de yaşama lezzet katmak için tuza ihtiyaç var.”
Ailenin mutlu havası, Kıbrıs’taki olayların tırmanmasıyla bozulur. Bir gün, Vassilis’in dükkânına gelen diplomat Osman Bey, ‘durumlar fena mı?’ sorusuna Atina’da yine olayların başladığını söyleyerek cevap verir. Büyükbaba, ‘Kavgasız ev çalgısız düğüne benzer’ diye cevap verdiğinde, Osman Bey, ‘Biz yerken Allah’a şükrederiz, siz yerken hikâye anlatır dünyayı karıştırırsınız’ der, bu sözler, devletin, Rum tebaaya bakışını özetler. Osman Bey’in oğlunun sünnet kıyafeti içinde olması, iki kültür arasındaki bariz farklardan birini ortaya koyar. Türk kültürünün, gelenek ve adetlerinin İslami yönelimlerine gönderme yapar. Sünnet, İslam kültüründe erkekliğe atılan ilk adım olarak bilinir. Bu sahnede Fanis ve diğer çocuk, iki ayrı kültürü temsil eder. Ayrıca, Osman Bey’in oğlunun asker olmasını istemesiyle Türk kültüründeki askerlik mitine atıf yapılır.
Fanis, büyüklerin hamamda içlerini dökmesini midyelerin buharda açılmasına benzetir. Emilios Dayı ve diğerleri, hamamda konuşurlarken ‘Atina’da yine bir şeyler pişiriyorlar’ ifadesi geçer. Fanis, yemek dışında başka şeylerin de ‘pişirilebildiğini’o gün anlar. Pişirme sözcüğü bir takım siyasi olayların yaşandığını/planlandığının metaforudur. Birçok insan olayların kendilerine sıçramayacağını, komşularının ve devletin kendilerini koruyacağına dair iyimserliklerini korurlarken, 1955’teki olaylarda dükkânı yakılan Mikail gibi daha karamsar(belki de sadece gerçekçi)kimseler Yunanistan’a dönmeyi planlamaktadır.
Rum vatandaşların sınır dışı edilmesi için tebligatların başladığını bildiren haberler duyulur. Polislerin geldiği akşam, Fanis ve ailesinin masasında, rakı, dolma, sarma, muska böreği, cacık, köfte, imambayıldı vardır. Fanis, ‘mezeler seyahat eden insanların hikâyelerinin başlangıcına benzer. Ağzın tadını ve beynini yanıltan ardı ardına dizilmiş tatlar. İnsanı macera dolu bir yolculuğa hazırlar. İşte bu yüzden ‘geriye dönüş’ kelimesinin içinde ‘strofi’ (dönüş) kelimesi, ‘dönüş’ kelimesinin içinde de ‘trofi’ (besin) kelimesi saklıdır ’der. Mezeler gerçekten de Fanis ve ailesini bir yolculuğa hazırlamaktadır. Yemekle ilgili bir terim bir kez daha gerçek yaşamın metaforu olarak verilir. Kapı zili, filmin başında dedesinin haberini aldığı zamanki gibi, Fanis’in hayatının akışını değiştirecektir. Polis, meselenin onlarla ilgili olmadığını, durumdan Makarios ‘in sorumlu olduğunu ve Kıbrıs Türklerinin durumunun her geçen gün kötüye gittiğini söyler. Sultana(eşi) ve kayınpederinin Türk uyruklu olduklarından kalabileceklerini söylerler.
Gidiş zamanı gelip çattığında, Büyükbaba Vassilis, Fanis’e birkaç ay sonra kendisinin Saime’yi de alarak, yanlarına geleceğinin, yıldızlara birlikte bakacaklarının sözünü verir. Eğer gelemezse, yıldızlara bakmayı bırakmamasını, çünkü gökyüzünde görünen şeyler olduğu kadar insanların göremediği şeyler de olduğunu anlatır: ‘Sen her zaman diğer insanların göremediği şeyler için konuş, çünkü insanlar göremedikleri şeyler hakkında hikâyeler duymaya bayılırlar. Yemeklerde olduğu gibi! Lezzetli ise, içindeki tuzu görememek fark eder mi? Tabii fark etmez ama yine de işin özü tuzdadır’. Bu sözle, bir kez daha yemek, baharatlar ve yaşam arasındaki benzerlik vurgulanır.
İkinci bölüm, ana yemekler, 1964 Yunanistan’ında geçer. Aile, Yunan toplumuna ve kurumlarına ayak uydurmakta zorluk çekmektedir. Fanis’in öğretmenlerinden, babasıyla konuşan polise kadar herkes, onların ‘yeterince Yunanlı’ ya da ‘vatansever’ olmadığını düşünmektedir. Fanis, teselliyi yemek yapmakta bulur. Ancak, ailesi, okulu ve kilise onun aşçılık tutkusuna homofobik bir tavırla yaklaşırlar. Genç Fanis, trenle İstanbul’a kaçmaya çalışır ancak bu girişim, askeri darbeyle aynı güne denk gelir.(21 Nisan 1967) Tarih, bir kez daha tutkularına sekte vurmuştur.
Fanis, kaptan olan amcasının Yunanistan dışından biriyle evleneceğinden emindir; ancak Emilios Yunan soyundan gelen ve asker bir ailenin kızı Lela ile evleneceğini duyurunca bunun yanlış bir seçim olduğuna inanır. Çünkü Lela’nın İstanbul Rum kültürüyle ilgisi yoktur. Fanis’in ve ailenin kadınları gelin adayına yemek yapmayı öğretmeye çalışırken kendilerinin sarımsak ve soğanı etin içine ‘sakladıklarını’ söylerler; gelin adayı şaşırarak kendilerinin ise hiçbir şey ‘saklamadığını’ belirtir. Fanis de ona, eğer evlenmek istiyorsa ‘bir şeyleri saklamayı’ öğrenmesi gerektiğini söyler. Bu tutum, Yunan kültürünün felsefe ve bilimle harmanlanmış yapısından ziyade, doğuya özgü bir mistisizm içerir. Fanis, dayısını evlenmekten vazgeçirmek için konuşmaya gittiğinde, Emilios abisinin yıllar boyu kendisine gönderdiği röntgenlerden bahseder. ‘Sadece 1922’den bir iz, abim bunları bana gerçekten doktorlara göstereyim diye göndermedi, Türklerle olaylar çıktığında 1955’te, 1964’te ve diğerlerinde gönderdi’ der. Öyle görünüyor ki, büyükbaba Vasilis, İstanbul’dan vazgeçememiş ancak iki ülke arasındaki sorunlardan kendisinin ve İstanbul Rumları’ nın rahatsız olduklarını kardeşine sembollerle anlatmayı seçmiştir.
Fanis, amcasını bu evlilikten vazgeçiremeyeceğini anlayınca, Hünkârbeğendiye ‘kısa mahmut’ adında bir bitki ekletir. Fanis, amacına ulaşır; yemeği yiyen aile bireyleri hastalanmış, Lela sınavı geçememiştir. Aile, Fanis’in bu davranışına düğün için Atina’ya gelmesi beklenen büyükbabanın seyahati iptal edeceğini düşünerek kızarlar. Savas, ailesine, ‘büyükbabanın ne şimdi ne de başka bir zaman Yunanistan’a gelmeyeceğini çünkü hiç kimsenin İstanbul’u bırakmak istemeyeceğini’ söyler. Bu planda İstanbul’u terk etmek zorunda bırakılan tüm İstanbul Rumlarının özlemi yansıtılır.
Tatlılar bölümü, şimdiki zamanda geçer. Zaman mekansal boyut, Lasse Hallström’un Çikolata (2000)’sı ya da Gurinder Chadha’nın What’s Cooking (2000)’inde olduğu gibi, Yunanlı seyircinin daha aşina olduğu referanslar kullanır. Film, tarih boyunca yaşanan toplumsal travmanın izini sürer. Fanis’in iç sesi, tatlılar hakkında şunları söyler: “Bizim mutfağımızda tatlılar, peri masallarının sonsözü kabul edilirler. Masalın sonunda, kahraman korkularıyla yüzleşmek zorunda kalır.” Bu noktada, kapı zilinin çalması ve Saime’nin kocasının eve gelmesi, Fanis’in çocukluğundan bu yana hayatını bambaşka yönlere sürükleyen olaylar zinciriyle yüzleşmesine vesile olur. Mustafa’yla hamama gidip (ki, Osman Bey’in bir zamanlar dükkâna gelen oğludur) eski yaraların sinsi olduğundan ve kendilerine ait yaşamları olduğundan bahsederler. Film, bu karakterler üzerinden iki ulusun geçmişle ve birbirleriyle yüzleşmelerine atıfta bulunur; barışa, uzlaşmaya duyulan özlemi dile getirir. Hikâyenin dayanak noktası, İstanbul Rumları ’nın tarihin girdaplarında kaybettiği, ‘doğup büyüdükleri İstanbul’, karakter bazında Fanis’in ilk aşkı ‘Saime’dir. Fanis, aşkını iki kez kaybetmiştir. İkincisinde köftedeki tarçına rağmen elinden kayıp gitmiştir Saime. Film boyunca ara ara yüzünü gösteren oradan oraya sürüklenen kırmızı şemsiye bu tutkunun, arayışın ve savruluşun sembolüdür. Finalde, Fanis, yüklerinden kurtularak bir zamanlar terk etmeye zorlandığı topraklarda, evinde yepyeni bir hayata yelken açar.
Kaynakça
- Belge, M. (2006) Tarih Boyunca Yemek Kültürü. İstanbul, İletişim Yayınları
- Dalby, A. (2004) Tehlikeli Tatlar Tarih Boyunca Baharat, İstanbul, Kitapyayınevi.
Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler Platformu, Sinema Editörü
z.s.gencer@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayınlanan bu yazının tüm hakları Sosyal Bilimler Platformu’na (www.sosyalbilimler.org) aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.