Andreas Doppler ormanda geçirdiği bir bisiklet kazası sonucunda yıllardır içinde yer eden modern bıkkınlığın farkına varır ve yaşadığı aydınlanmayla birlikte kendisini ormanın kucağında bulur. Toplumdan, ailesinden kısacası insanlardan uzaklaşmak isteyen Doppler, Norveç’in o güzel yabanında bulduğu huzuru bırakmak istemez ve otobandan çok da uzak olmayan ormanda çadırda yaşamaya başlar. Avlayıp yediği geyiğin yavrusuyla (Bongo) arkadaşlık kurduktan sonra kent dışında düzenini oturtur. Hırsızlık, takas, istemeden edinilen arkadaşlıklar derken yaşanan birtakım olaylarla amaçladığı nihai yalnızlığa ulaşamaz. Olaylar gelişirken Doppler’in eğlenceli ve samimi anlatımıyla hayata ve insanlara karşı bakış açısına sıkça şahit oluruz. Kendisini avcı-toplayıcı bir ilkel olarak düşünmek mutluluk verir. Uygarlık ve onun getirdiği sorumluluklar, zorunluluklar, durmadan tekrarlanan kurgusal yaşam döngüsü artık çekilmez bir hal aldığı için şehre dönmesi imkânsız hale gelir.
İnsana ait her şey artık bana yabancı. Ormanda düşmeden önce, gecelerimi evde ailemle birlikte geçirirdim. Organize boş zaman etkinliklerinden her zaman nefret etmişimdir. Bu yüzden hemen hemen her gece evdeydim. Yemek yiyorduk, çocuk televizyonu izliyorduk, Gregus’u yatırıp yine televizyonun önüne geçiyorduk ve saat, internette faturalarımızı ödeme vaktinin geldiğini gösterene kadar insanın zihnini bir miktar açan gazeteleri okuyorduk (…) Ancak şimdi, suratımda şeytani bir gülümsemeyle son faturamı ödemiş olduğumu anlıyorum. Bir daha asla fatura ödemeyeceğim. Takastan, hırsızlıktan ve ormandan geçineceğim. Ben ölünce de orman benden geçinecek. Anlaşma böyle.
Konusu ve inceliği itibariyle Doppler kısa sürede okunabilecek bir kitap. Kitapta vurgulanan daha doğrusu haykırılan doğaya özlem ve sistemden kopuş/kaçış birçok kitapta ve filmde yer alıyor. Örneğin Into the Wild [2007] ve Captain Fantastic [2016] filmleri kurgusal bakımdan Doppler ile oldukça örtüşüyor. Bilindiği üzere Into the Wild filmi 1996 yılında aynı isimle yayınlanmış Into the Wild kitabında yer alan baş karakter Christopher McCandless’in gerçek yaşamından uyarlanmıştı. Mezuniyetinden hemen sonra yabana koşan Christopher’ın tek başınalığının aksine Captain Fantastic’te Ben ve 6 çocuğu kendilerine anti-modern bir dünya kurarak tüm sınırları zorlamaktadır. Doppler, bu ikisinin özeti gibi görülebilir çünkü yalnızlık isteği ile birlikte gelen benzer sistem sorgulamaları ve şekillenen idealleri ölçüsünde günlük yaşam pratikleri sergiler. Ancak diğer karakterlerin aksine sert bir mizacı ve çekinmeden düşüncelerini açıkça söylediği sivri dili vardır.
Ormandan ormana geçeceğiz. Bu ormanın ortasına kadar gideceğiz, sonra belki diğer ucuna ilerleyeceğiz. Ve sonra başka bir ormana… Yetti artık, diyene kadar bu şekilde devam edebiliriz ama bundan bıkılmaz ki. Her zaman başka ormanlar olacaktır. Şimdi hep birlikte totem direğine doğru işeyeceğiz ve geceleyin sessizce çadırı toplayıp hazırlanacağız. Diğerleri uyanmadan, biz çok uzaklara gitmiş olacağız, diyorum.
Edebiyattan sinemaya dek popüler bir tema olan doğaya kaçış, çoğu insanın özgürlük arzusunun temelini oluşturmaktadır. Temposu hiç dinmeyen bir sömürü sisteminin içinde elbette bu arzu kaçınılmaz olarak sürekli iç huzursuzluğumuzu beslemektedir. Doğumla birlikte içine fırlatıldığımız, kalıpları belli, hazır paketli bir ürün olarak önümüze sürülen dünyadaki tekdüze, monoton adeta bizleri rahata ve kolaya alıştıran görünmez uyuşturucudan kurtulmak zor ve zahmetli bir çaba barındırır. Otoritenin dışına taşıp, kendi doğrularının peşinden giden ‘uyumsuzlar’ diğerleri tarafından dışlanmışlıkla ve uygarlığın dayattığı kurallarla sıkıntılı bir halde karşı karşıya kalırlar.
Bu bağlamda, doğada gerçek özgürlüğe çekilme ve başlangıçtaki öze dönme yolunda, üzerinde durulması gereken zaman sorunsalı atlandığı vakit tutarsız yaklaşımlar ortaya çıkabilir. Milyonlarca yıl süren bir evrim sürecinin içinden geldik ve hala o sürecin içindeyiz. Şu an sahip olduğumuz bilinç, duygu durumları, maddeye şekil verebilme gücü gibi sürecin biriktirmekte olduğu donanımı görmezden gelemeyiz. Ancak yabana dönüş senaryolarında bu durumun üstü örtülüyor. Baktığımız zaman genelde modern şehir hayatından çıkıp, ormanda/yabanda tüketime dayalı bir yaşam biçimi benimseniyor. Bu yaşam biçimi ise atalarımızın edindiği olağan, avcı-toplayıcı, doğanın bir parçası olarak var olma şeklinde ifade ediliyor. Senaryoların bir kısmı benimsenmek istenen bu dünya görüşüne uysa da çoğunlukla içlerinde çelişkiler barındırıyor. Öncelikle şimdiki düşünce biçimimizle avcı-toplayıcı atalarımızın düşünce yapısını anlamamız mümkün değil. Bu nedenle ormanda her adım atışımızda, uzun yıllar boyunca yaşamımızı oluşturan avcı-toplayıcı atalardan kalma arkaik alışkanlıkların varlığını hissetsek bile o zamanki düşünce sistemine sahip değiliz. Ormanı artık çok farklı gözlerle görüyoruz. Bakış açısı farkı burada ortaya çıkıyor ve aslında pek kabul etmesek de ormanın içinde tarih öncesi atalar gibi değil, onlar gibi olmaya çalışan sunî avcı-toplayıcı modern insanlar olarak boy gösteriyoruz. Avlamak ve toplamak, içinde bulunulan zaman diliminde yaşamı idame ettirebilmek için kolay, eğlenceli ve farklı bir yöntem gibi durabilir ancak bunu tamamen yaşam biçimi haline getirmiş insanlar için ölüm kalım meselesinde bir zorunluluktu. Keyfi olarak hayvanları avlayıp, yaktığımız ateşte dumanlar içerisinde pişirmenin aslında kasaptan et alıp kamp yaparken yemekten bir farkı yok günümüzde.
Zihinde amaçlanan ile eylemde ortaya dökülenlerin çelişkisi, keyfiyet ve mecburiyetin birbirine karıştırılması ile var oluyor. Tarih öncesi yaşam ne kadar gizemli, egzotik gelirse gelsin, geriye dönüş için yapılan çabalar kof romantiklik taşımaktan öteye geçemiyor. İnsan artık üreten, şekillendiren, iyileştiren bir ‘hayvan’. Uygarlık karşıtı söylemlerin birçok yönden haklılık payı olabilir ancak bu payları destek alarak yaratılan yapay geriye dönüş ütopyalarının tutarsızlığının büyütülüp desteklendiğini de görmekteyiz. Into the Wild akımının üyelerinin edindiği yanlış izlenimler gittikçe sunî avcı-toplayıcı fanatiklerinin artmasına neden olmaktadır. Bir yanda hayatta kalmak için öldürenler diğer yanda üretmek elinde olduğu hâlde bunu bir tercih meselesi haline getirip yapılan eylemi tüketim nesnesi haline getirenler… Sistem eleştirisinde ya da karşıtlığında kolektif ya da bireysel sergilenen çabalar 21. Yüzyıl insanının sahip olduğu yenilikleri, alternatifleri, üretmeyi, yaşatmayı içermiyorsa kurtulmak istenen sistemin gerektirdiklerine hizmet etmekten ileri gitmez. Kapitalist sistemin en sevdiği eylemin tüketmek/tükettirmek olduğu bilinen bir gerçektir. Bu gerçek binlerce ya da milyonlarca yıl önce bir anlam ifade etmezken artık çağı ve popüler tercihleri manipüle etmede büyük bir araç olarak kullanılmaktadır. Nihayetinde bu aracın getirdiklerini ve götürdüklerini irdelerken ileri atılan çözümler daha çok faydacı sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle avcı-toplayıcılığa dönüş, içgüdü olarak hayatta kalmanın zorluğunu aşmada bir çözümden ziyade keyfî bir tercih olmaktadır. Mağazalardan satın alınmış bin bir türlü teknolojik malzemeyle ormanda avcılık yaparak, meyve ya da yumurta toplayarak yaşamak, evrimin günümüze en yakın basamağında bulunan insanın gelişmişliğini reddetmektir. Artık çoktan ortaya çıkmış uygarlığın varlığını yok saymak ve öze dönüş itibarıyla son basamakta topyekûn kendini reddeden yaşam tarzını değiştirmekten ziyade uygarlığın getirdiği rahatsızlık veren, yıkıcı sorunlarına çözüm sunmaya ve üretime geçilmelidir. Bu bağlamda Doppler her ne kadar heyecan verici ve iyi niyetlerle düşlenen bir dünyayı kurgulasa da gerçekçilik bakımından ele alındığı zaman birtakım yetersizlikleri ve çelişkileri barındırdığını görebiliyoruz.Damlanur Işıtan
Sosyal Bilimler / Blog Yazarı
damlanur.isitan@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır.Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.