Freud[1] 1895’te, kaygı nevrozundan (angstneurose) ilk kez bahsettiği çalışmasında şöyle yazar (Freud, 1895; 2013): “Burada bir beklentinin olduğu yerde düşüncelerin seçimi denetleyen ve her zaman uygun bir düşünsel içeriğe bağlanmaya hazır olan serbest dolaşan bir anksiyete kuantumunun bulunduğunu söyleyebiliriz.” Freud’un bahsettiği beklenti, kendisinin kaygı nevrozunun temel belirtilerinden birisi kabul ettiği “endişeli bekleyiş”in doğurduğu beklentidir; kişi, nevrozun ağına fırlatılmış hâlde bekler vaziyettedir, tıpkı bir örümceğin kurbanı gibi. Burada içerisinde bulunulan bekleyiş bir yönelime yahut nesneye sahip değildir, beklemenin kendisinden başka hiçbir şeyin varlığından bahsedilemez. Eğer bir yönelimden, yaklaşmakta olandan bahsedemeyeceksek bekleyişin yükünün geçen zamanla azaltılamayacağını da (Yas ve Melankoli’ye ileride değineceğiz) kabul etmekteyiz demektir. Nevrotik için bekleyişi ve zamanı kuran semptomdur[2]. Zira nasıl ki bir nesne, ağın içerisindeki konumuna binaen semptomu inşa edebiliyorsa (bkz: Metapsikoloji içinde Yas ve Melankoli, Freud, 1917; 2013, s. 257), bekleyiş de tam olarak öyle, bir yönden yoksundur (yani her yöne dair bir ihtimâli taşıyarak, dolayısıyla yüklenerek… serbestçe dolaşan kuantum!). Tam olarak bu noktada, yanılma riskini göze alarak Heidegger okuyacağız. Aşağıdaki alıntı ile egzersizimizin sınırlarını çizeceğiz (Heidegger, 1927; 2011, s. 142):
“Nereden ve nereye sorusu bakımından gizlenmiş ama kendi bakımından alabildiğince açık biçimde açımlanmış olan Dasein’ın söz konusu varlık karakterine, yani “öylelik” haline, Dasein’ın kendi şuradalığına fırlatılmışlık diyoruz. Böylece Dasein, dünya-içinde-varolma olarak şurada var olmaktadır. Fırlatılmışlık ifadesi, tevdi olunmuşluğun faktisitesine işaret etmektedir.”
Buradaki gayemiz karşılaştıracağımız eserlerde belirli kavramların tekrarını tespit etmek ve bu tekrarı şaşmaz bir biçimde düşüncelerimize delil kabul etmek değildir; en azından bir metni diğerine başvurarak okunabilir kılabilirsek kendimizi başarılı sayacağız. Dolayısıyla bu çalışma bir çeşit egzersiz olacak ve Türkçe literatürdeki çeviri meselelerine de değinerek (bir düşünceyi konuştuğumuz dilde sahiplenilebilir kılmak için iyi bir yol) bu egzersizin meşruiyetini göstermeye çalışacaktır. Bunu gerçekleştirdiğimizde Freud’un ve Heidegger’in eserine, aralarında sonsuz bir mesafe yahut bitmez bir yaklaşma hâli olsa da birbirlerine bakabilme imkânı tanıyacağız. Hiçbir radikal yorumun sözünü vermeden metinlere sadakat göstereceğiz. Bu sadakat bizi kimi yerlerde metni yorucu olacak yoğunlukta alıntılarla yüklemeye sevk edecek, okuyucunun anlayışına sığınacağız. Yolumuzu el yordamıyla bulmadığımızı ancak bu şekilde kanıtlayabiliriz.
Duygulanım, Kaygı ve Yapı
Öncelikle benzer bir eleştiriye karşı kendimizi savunmalıyız: Hem Varlık ve Zaman’da hem de Metafizik Nedir’e yazdığı sonsözde (1943) Heidegger, korkudan bahsederken gelebilecek eleştirilere karşı önlemini alır/karşılık verir: Ne yapılan analiz bir çeşit korku felsefesidir ne de dünyanın (ve tabiî ontik olarak varlığın) bilgisi duygulanımın eline bırakılmaktadır. Dolayısıyla zaman mefhumundan bekleyiş vasıtasıyla kaygı zemininde (hadi buna psikopatolojik bir bakışla diyelim ama bunu daha sonra ret edeceğiz) bahsettiğimizde yapılagelen, bugün son derece popüler hâle gelmiş biçimiyle psikopatolojik durumları bir çeşit yeni-normal olarak kurmak çabası değildir. Lâkin bu konumu kaygıdan yahut korkudan mustarip olan her kimse ona bir anormallik yakıştırdığımız için değil, bahsedilen popülizm yüzeysellikten öteye gidemediği, ontik kaldığı için almaktayız. Ontik kalır zira genellemeye kalkışır; kamu (hep-beraber-olmaklık), hep-benimki olan Dasein’ı (Dasein’ın kendi varlığına ilişkin imkânı), tepkiselken dahi eritir. Freud bunu biliyordu (Freud, 1911; 2013, s. 40): “İnsan keşfetmekte olduğu topraklarda geçerli olan para birimini kullanmak zorundadır – bizim örneğimizde bu birim nevrotiktir.” Freud’un eserinin her sayfasında takip edilebilecek olan ve neredeyse bir zorlantının ürünüymüşçesine kendisini hissettiren bilimsellik, psikanalizin nevrotikte keşfettiği ontolojik imkâna meydana gelebilme/peyda olabilme/mekân olabilme imkânı sağlama biçimidir (Freud süje ile obje arasındaki mesafeyi psikolojinin yolundan giderek plastik bir biçimde bilimselleştirmemiştir. Bu sebeple aktarım psikanalizde başlı başına bir meseledir). Zira herhangi bir yanlış yorum yahut lüzumsuz bir analiz, bir nabız atımı gibi kendisini veren bilinçdışının üzerinin örtülmesi, tesviye edilmesi, kamusallaştırılması demektir. Psikanalizi bir çeşit yorum aracına döndürenlerden buna, hep-benimki olana, özen göstermelerini beklemiyoruz.
Tıpkı Freud gibi Heidegger de kaygının (sorge) yapısına bir bekleyiş/katlanma yakıştırır ki yukarıda psikopatolojik bir duruşu ileride reddedeceğimizi söylerken kastettiğimiz buydu (Heidegger, 1929; 2015, s. 16): “V.v.Z.’da “Varoluş” ne anlama gelmektedir? Bu kelime, bir Varlık tarzını, ona katlanarak içinde durduğu Varlığın açıklığı için açıkta duran Varolanın Varlığını ifade eder. Tecrübesi edinilen bu katlanmaya “kaygı” denir.” Varlık ve Zaman’da kaygı, Dasein’ın varlığının esası olarak kabul edilir (İngilizce çeviride sorge yerine tercih edilen care kaygıyı işaret eden anlamı taşımaya devam etmekte lâkin Kaan Ökten’in ihtimam-göstermek çevirisinde, care’daki “özen” taşınıyor olsa da “kaygı” kaybedilmiş gözükmektedir). Dasein’ın dünya-içinde-olmak (being-in-the-world) temelli yapısında kaygı bir duygulanım değildir, yapının esasıdır, bu sebeple mevzubahsimiz bir patoloji değil, durumdur, hâldir. Kaan Ökten’in kaygıyı ihtimam-göstermek olarak karşılamasında bir noksanın yanında kazanım da (tıpkı care’deki gibi) gözükmektedir: Dasein varlığa, bir çiçeğe bakışın özenini gösterir ve varlığın çiçeği ancak açıklığında ve ışıkla (lichtung) kendisini verebilir. Hiçbir anlamı kaybetmeden çevirecek olsaydık Dasein’ın dünya-içinde-olmaklığı, kaygılı bir özenden doğar diyebilirdik; Dasein varlığının üzerine titrer. Fakat bu çiçek için sürünmek, tahammül etmek gerekiyorsa, Dasein evinin yolunu unuttuysa Molloy gibi, kaygı zamansız bir bekleyişin müsebbibi olabilir ancak. İşte burada kaygı artık alelâde bir duygulanım değil varoluşun payesidir. Freud’a kulak verelim (Freud, 1895; 2013, s: 52):
“Eğer ruhsal yapı dışarıdan yaklaşmakta olan bir görevle (tehlikeyle) uğraşırken uygun bir tepki ile baş etmede yetersiz kaldığını hissederse, kendini bir anksiyete duygulanımı içerisinde bulur; içeriden kaynaklanan (cinsel) uyarımı sıfırlayamadığının farkına varırsa kendini anksiyete nevrozu içerisinde bulur – yani, bu uyarımı dışarıya yansıtıyormuş gibi davranır.”[3]
Freud’un işaret ettiği duygulanım ve nevroz arasındaki bu ayrımın dürtüler kuramından ve yine Freud’un erken dönem çalışmalarında dahi rahatlıkla gözlenebilen (krş: Cinsellik Üzerine, 1905; Psikanalize Giriş-2 Nevrozlar, “20. ve 21. Dersler”, 1916-1917) cinsel olana ilişkin görüşlerinden kaynaklandığı açıktır. Cinsellik, sınırları genital organlar ve penetrasyon ile çizilebilecek bir fenomen değildir dolayısıyla ergenlik ile birlikte yoktan var olduğu da düşünülemez. Ne var ki bu başlı başına bir meseledir, bu sebeple biz burada “cinsellik yapısaldır” diyecek ve bu yapısallıktan icazet alarak Varlık ve Zaman’a döneceğiz (Heidegger, 1927; 2011, s. 144)[4]:
“Haletiruhiye (having-a-mood) bizi gafil avlar. O ne “dışarıdan” ne de “içeriden” gelir. Dünya-içinde-varolmanın bir sureti olarak yine ondan neşet ederek yükselir.”
Bulunuş (state-of-mind), dünya-içinde-varolmanın asli kurucularından bir tanesidir. Heidegger’in burada vasatî hergünkülük (average everydayness) içerisinde Dasein’ın emilebileceği hâller ile (örneğin kamusallık) onun varlık yapısının esas niteliği arasında bir ayrıma gitmektir ki Freud’un kuramının çok erken bir safhasında işaret ettiği husus, bu ayrıma çok da uzakta değildir. Fakat ne Freud ne de Heidegger hergünkülük ile ilgili olandan yüz çevirmezler, yalnızca hergünkülüğü kendi içerisinde anlamak ve analizin ufku olarak görmemek lazımdır (Heidegger, 1929; 2015, s.33):
“Ne denli parçalanmış görünürse görünsün günlük yaşam Varolanı hâlâ -gölgede de olsa- “bütünün” birliğinde tutar. Hatta bizim şeylerle ya da kendimizle özel olarak uğraşmadığımız zaman, hem de tam o zaman, bu “bütünü”yle bizi kaplar; örneğin asıl iç sıkıntısında…”
Lâkin itiraz edilebilir bu noktada şayet Heidegger’i Freud ile okumayı sürdürüyorsak: Freud 1926’da (ayrıca krş. Haz İlkesinin Ötesinde, 1920) açıkça dile getirmiştir ki kaygı bir nesneden yoksundur ki bu onun korku ile arasındaki temel farktır. Şayet Dasein kaygıya varlığın kendisini vereceği açıklık için katlanmaktaysa, bu nesnesi olan bir kaygı değil midir? Cevap açıkça hayır olacaktır. Varlık, varolanlardan damıtılabilecek bir çeşit ortak özellik değildir. Bu katlanma bir şey pahasına değildir, bu katlanma Dasein için bundan başka bir varlık minvali düşünülemeyeceği içindir (Heidegger, 1929; 2015, s. 16): “… biz Varlığın açıklığı içinde durmayı, içinde durmaya katlanmayı (kaygıyı) ve en uç olana dayanmayı (ölümüne varolmayı) birlikte ve Varoluşun tam özü olarak düşünmek zorundayız.” İşte burada, yukarıda ontik olarak nitelendirdiğimiz analizden ayrılıyoruz; bir yeni-normal kurmaya çalışmıyor, tıpkı bekleyiş gibi, mevzubahis varlık ise kaygıdan başka hiçbir şey olmadığını işaret etmeye çalışıyoruz. Varlık sorusuna, sırf varlık sorusu olduğu için bir nesne minvalini yakıştırmak, onu kategoriyal kılmak, arzu nesnesi ile objet a’yı eş koşmak kadar büyük bir hata olacaktır. Kaygının eksikliğin eksikliğinden doğduğunu unutmamak, Varlık’ın açıklığını bizim için belki bir nebze daha açık hâle getirebilir. Levinas “Kaygının yapısı nasıl sorusuna uyar, ne sorusuna değil” der (Levinas, 1975-1976; 2014, s. 33). Nitekim ihtimam-göstermek-lik ve dünya-içinde-olmak-lık durum belirten ifadelerdir.
Korku, Dehşet ve “Yas ve Melankoli”
Freud korkuyu taşıdığı nesne sebebiyle kaygıdan ayırır (Freud 1920; 2013, s. 271):
“Anksiyete bilinmeyen biri de olsa belli bir tehlikeyi bekleme ya da ona hazırlanma durumunu tanımlar. “Korku” korkulacak belli bir nesneyi gerektirir.”
Fakat ayrım her zaman bu kadar açık değildir. Her ne kadar Nevrozlar’da angst kelimesinin çevirisi ile alakalı (zira hem “korku” hem de “kaygı” anlamını taşır ve Heidegger bu kelimeyi açıkça korku için kullanır) bir problem ihtimali tartışmaya açık gözükse de şimdi aşağıda hem bu eserden hem de Varlık ve Zaman’dan birer kısa alıntı yaparak gündeme bir başka şeyi taşıyacağız. Freud ile başlıyoruz (Freud 1916-1917; 2016, s. 216-217):
“Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, korku bir durumla ilgilidir, objeyi dikkate almaz, dehşette ise dikkat özellikle objeye yöneliktir.”
Heidegger (Heidegger, 1927; 2011, s. 150): “Tehditkar olan bir şey, “henüz değil ama her an olabilir” durumundayken ilgilenilen dünya-içinde-varolmanın içine apansızın düşüverdiğinde korkumuz dehşete dönüşür.”
Bize Kâmuran Şipal’in angst’ı “korku” olarak karşılayan çevirisinde bir açmaz olduğunu düşündürten birkaç şey var: Freud’un ilgili eserdeki korku tasviri, yukarıda birkaç kez bahsi geçen Ketvurmalar, Belirtiler ve Kaygı metninde kaygıdan bahsetme biçimi ile neredeyse aynı doğrultudadır ve ayrıca Freud, Şipal’in çevirisine göre, Nevrozlar’da “havada süzülüp duran bir korkudan” bahseder gözükmektedir ki bu ifade bize 1895 metnindeki “kaygı kuantumunu” hatırlatır; her iki eserde de (Nevrozlar ve 1926) “doğum”, bahsi geçen duygulanımın bir prototipi olarak karşımıza çıkar. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde açmaz aşikârdır.
Bu açmazı kaygı ve korkuyu nesneden (varolandan) yola çıkarak ayırmaya ve anlamaya çalışarak ortadan kaldırmak yerine, varoluşun kendisine gidebiliriz. İnsan için haletiruhiyeden azat edilmiş bir var olma biçimi mümkün değildir. Dolayısıyla kendimizi içerisinde bulduğumuz açmaz, bize “öyle hissettiren” durumların tahlili ile çözülebilecek gibi gözükmemektedir. Arzular ve bu doğrultuda nesnelere yatırım yaparız. Bunun karşılığında nesneler içinde-olduğumuz dünyayı bizim bakışımız için kurarlar. Nesnelere yatırım yapılamayan bir psişik yapı mümkündür, ilgisini tamamıyla dışarıdan çekmekle, arzusunun yalancı ayaklarını kendisine döndürmesiyle karakterizedir ki buna psikoz diyoruz. Psikotiğin dünyasallığı hergünkülükten azade bir şairanelikle müstesnadır. Psikotik olmayanlar olarak bizlerin şiirleme imkânı, kaygı ve korku iledir. İlgilenici bir-şey-için-bakış, el-altında-olanlardan (Vorhandenheit) çekilmek zorunda mıdır şiirleme için? Heidegger’i değil Freud’u dinliyoruz; melankolikten bahsediyor (Freud, 1916; 2013, s. 247):
“Yükselmiş özeleştirisiyle kendini önemsemez, bencil, dürüst olmayan, bağımsızlıktan yoksun, tek amacı kendi doğasının zayıflığını saklamaya çalışan biri olarak tanımlandığında bildiğimiz kadarıyla kendisini anlamaya oldukça yaklaşmış olabilir; yalnızca bir insanın bu türden bir gerçeğe erişebilir duruma gelebilmesinden önce neden hastalanması gerektiğini merak ederiz.”
Yüklü (ilgilenilen) nesnenin yahut bir ülkünün, değerin kaybı dünyaya kayıtsızlığı doğurur ve bir başkasının ölümü, bu kaybın en radikal hâlidir. Bir başkası yerine ölünemez ve bu ölünemezlikle onun ölümü geride kalanı fırlatabilir, çakabilir (Neye? Sorumluluğa yahut zamana…). Müteveffa cevapsızlık içerisindedir der, Levinas. Ona artık bir soru yöneltemeyeceğimiz gibi arzunun yalancı ayaklarını da onun yerinde muhafaza edebilmenin hiçbir yolu yoktur; O, arzuya kayıtsızdır. Birisi yerine ölünemeyeceği gibi birisi yerine korkulamaz da. Birisi için korkulabilir lâkin ancak birlikte-olmanın zeval göreceğinden kaynaklanan bir korkudur bu. Sahip olunduğu zannedilen birisinin kaybıyla ne kadar sahip olunamadığını hatırlatması, anlam gibi! Şayet korku varolanların bütününü, bütünlüklerinde sahip oldukları anlamı sallandırabilme kuvvetine sahipse acaba bunun dünyaya kayıtsızlık içerisinde dibe vuran arzu ile nasıl bir ilişkisi olabilir?
“Biz korkuda “sallantıda kalırız”. Daha doğrusu: korku bütününde Varolanı raydan çıkardığı için, bizi sallantıda bırakır. Bizim kendimizin -bu varolan insanların- Varolanın ortasında onunla birlikte raydan çıkmasının nedeni budur…” (Heidegger, 1929; 2015, s. 35)
Nesnelerin adlandırılışının Tanrı tarafından insana bırakılışıyla insan, dünyaya dünyasallığını verebilmiştir (Tayanç, 2018, s. 135). İnsan yeni-doğanını tanrılara kurban için adlandırır der Benjamin, verdikleri ada metafizik manada karşılık düşen bir bilgi yoktur. Neden? Hep-benimkilikten. Korku Hiç’in, adlandırılamayanın kendisini verişi ile dünyayı dünyasallığı içerisinde sallar; anlamın ve hikâyenin bizzat kendisini sallar. Belki de melankolinin intihara götürüşü bu sebeple mümkündür: Özne yaşam dürtüsüne anlamsızlıkta, arzusuzlukta, dünyasızlıkta, Hiç’likte son verir; arzunun nesnelere gönderdiği yük kendisine kendisini bir nesne yerine koyarak geri döndüğünde özne bir psikotik gibi şiirler. Bir başkası yerine ölünebilseydi, bu çok daha acısız bir ölüm olurdu, anlam olduğu yerde kalakalırdı, ölüm ile bir mesaj yerine ulaştırılırdı. Namümkün lâkin. Korku, kaygı içinde Varlık’ın açıklığında beklemeye bir son verir gibidir. Bakınız nihayetinde bir nesneden bahsetmedik korkudan bahsederken, tüm nesnelerden yahut Hiç’likten bahsettik. Fakat bunun bize korkunun bir nesnesi olmadığını öğrettiğini söylemek, haddimizi aşmak olacaktır. Lacan’ın bir psikotik olan analizanı, Gérard Primeau, bir “şair” olarak tanıtır kendisini, Lacan bunu katiyen reddetmez. Ne var ki dünyaya dünyasallığını verebilmek, şairane olduğu kadar korkutucudur, sessizliktir. Molloy’dan bahsetmiştik, Adlandırılamayan ile bitirelim (Beckett, 1953; 2015, s. 448):
“… sürdürmek gerekiyor, ben sürdüremem, sürdürmeniz gerekiyor, sürdüreceğim ben de, sözcükler söylemek gerekiyor, sözcükler olduğu sürece, onlar beni bulana kadar, bana tuhaf acıyı, tuhaf günahı söyleyene kadar, sürdürmeniz gerekiyor, belki de yaptılar bunu, belki de söylediler bunu bana, belki de öykümün eşiğine kadar getirdiler beni… sessizlik olacak, sessizliği içindeyim, bilmiyorum, hiçbir zaman bilemeyeceğim, sessizliğin ortasında bilemezsiniz, sürdürmeniz gerekiyor, sürdüreceğim.”
Sonuç Yerine
Hiçbir sonuca varamadık. Bir ontolojik imkândan ve genellemenin tehlikesinden bahsettik, aksi mümkün olabilir miydi? Korkuyu ve kaygıyı birbirinden ayırmaktan ziyade korku ve kaygı vardır diyebildik yalnızca ki daha önemli bir şey de söyleyemezdik. Pek çok alıntı yaptık, öyle olması gerekiyordu. Mehmet Mansur bir Beckett dersinde “Söylediğimiz her şey tırnak içerisindedir” demişti. Yeni bir şey söylemeye çalışmadık, kendi tırnak içerisindeki sözümüzü hep-bizimki olanın içerisinden söyledik yalnızca. Çeviri meselelerini hiçbir çevirmeni zan altında bırakmak için gündeme getirmedik, onlara sahip çıktık. Sürdüreceğiz. Bir varış yok, yalnızca bir mesafe var. Mesafe bizim, mesafe biz. Bu sözde sonuç paragrafı kelime oyunları için değil, analize sadakat için yazılıyor. Psikanalizin bilgisi ve geleceği entelektüalizm ile mümkün kılınamaz, burada kitlelerin analizi yapılmıyor. Kaygı ve korku vardır ve Freud ile Heidegger’in metinlerinde bir imkânı temsil ederler, bir anomaliyi değil. Freud’un bir dilbilimci olduğunu iddia edenler olduğunu biliyoruz, yorum yapmayacağız. Ama bize göre Freud bir şair midir? Değilse de adlandıranlara adlandırdıklarını hatırlatmıştır, bundan eminiz. Egzersizimizden tek bir formülasyon damıtılabilir: Korku ve kaygı zamandır.
İ. Şahin Ateş
Sosyal Bilimler / Blog Yazarı
sahin.ates@sosyalbilimler.org
Kaynakça
Beckett, S. (2015). Üçleme (U. Ün, çev.). İstanbul: Ayrıntı.
Freud, S. (2013). Metapsikoloji (Emre Kapkın & Ayşen Tekşen, çev.). İstanbul: Payel içinde “Zihinsel İşleyişin İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar (1911)”, “Yas ve Melankoli (1917)” & “Haz İlkesinin Ötesinde (1920)”
Freud, S. (2013). Psikopatoloji (H. Atalay, çev.). İstanbul: Payel içinde “‘Anksiyete Nevrozu’ Adı Altında Belli Bir Belirti Kümesini Nevrasteniden Ayırmanın Nedenleri Üzerine (1895)” & “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete (1926)”
Freud, S. (2016). Nevrozlar (K. Şipal, çev.). İstanbul: Say.
Heidegger, M. (2011). Varlık ve Zaman (K. H. Ökten, çev.). İstanbul: Agora.
Heidegger, M. (2015). Metafizik Nedir? (Y. Örnek, çev.). Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu.
Tayanç, T., haz. (2018). Walter Benjamin Kitabı Seçme Yazılar. Ankara: Dipnot içinde “Genel Olarak Dil ve İnsan Dili Üzerine”
Dipnotlar
[1] Yazı boyunca Freud’un sıklıkla atıfta bulunulan makalelerine ilişkin ayrıntılar kaynakçada görülebilir.
[2] Semptom ve zamansallığı bir başka yerde incelemiştik. Bkz: “Semptom, Zaman ve İmkân: Psikanalizin Sahtekârlığı”, 31 Temmuz 2018 tarihinde erişildi. https://www.sosyalbilimler.org/semptom-zaman-ve-imkan-psikanalizin-sahtekarligi/
[3] Kalınlaştırma esas metindeki italik ifadeler için kullanılmıştır.
[4] Parantez içindekiler bana ait.
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır.Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.