Şehir üzerine düşünmek, birçok farklı konuyla ilgilenmeyi de beraberinde getirir, getirmelidir. Çünkü şehir, bir kimlik meselesidir. Şehir, bir medeniyet tasavvurunun dışarıya dönük en kritik ve belirgin eseridir. Şehrin sesleri vardır, adalet anlayışı vardır, mahallelerinin ve sokaklarının ahengi vardır, komşuluğu ve dayanışması, biricik olma durumu vardır. Bunların dışında şehrin iktisadî ve siyasî mevzuları da vardır. Tüm bunlardan mütevellit şehir üzerine düşünmek demek, şehir ile düşünmek demektir.
Günümüzde “kentsel dönüşüm” faaliyetleriyle birlikte ciddi bir kavram karmaşası da ortaya çıktı: Şehir nedir? Kent nedir? Çok kısa, akılda kalıcı ve kolayca anlaşılabilir cevabı şudur: Şehir müziktir, kent gürültü. Güzel bir müzik size neler yaşatıyorsa onları şehirde bulabilirsiniz, görebilirsiniz. Çirkin bir gürültü size neler yaşatıyorsa yahut nelerin yaşanmasına engel teşkil ediyorsa onları da kentte rahatlıkla bulabilirsiniz, görebilirsiniz. Zaten içindesinizdir. Güzellik yekpâre değildir, doğrudan içine almaz, bir çember yahut zikir halkası misali döndürerek, tattırarak, daima iyiyi yaşatır. Birliği ve tevhidi seslenir. Çirkinlik ise bütünü parçalar, her parçada yeni bir kötülük hasıl olur. Şehir ve kent ayrımını yaparken aşırı didaktik bir düşünce yahut retoriği olmayan bir üslupla yapılan anlatımlar maalesef bir şey anlatmıyor. Salt bilgiyle, aklı önceleyen bir düşünce sistemi, en azından “bizi” anlatmaya yetmiyor, yetemez. Öte yandan aşırı romantik, nostaljik ifadelerle de şehir ve kent ayrımını yapamayız. Doğruyu, güzeli ve iyiyi anlatamadığımız gibi kötüyü ve çirkini de deşifre edemeyiz. Kötülük ve çirkinlik daima ifşa edilmelidir. Medeniyetlerde kusur görene ya da gösterene ait değildir. Kusur, onu meydana getirenlerindir. Dolayısıyla kusurları görenler ve gösterenler çeşitli teklifler sunar. Kusurun oluşumuna imkân veren, ihmalkâr bireyler ise bu teklifleri akıl-kalp süzgecinden geçirerek talepler oluşturur. Ortaya mantık ve vicdan çerçevesinde, yaşanabilir bir iklim çıkar. Şehir düşüncesi budur ve evvelen tarihe, mimarîye, mûsıkîye eli ayağı düzgün olacak biçimde vakıf olmayı gerektirir. Ahiren siyasî, iktisadî, felsefî bilgilerle bu vukufiyet geliştirilir. Düşüncenin ayakları ancak o zaman toprağa basar.
sosyalbilimler.org genel yayın yönetmeni, sevgili Talha Dereci’nin teklifi doğrultusunda, ne zamandır aklımda olan bu yazı dizisine başlamak nasip oldu. Şehir düşüncesine dair, hepsi okuduğum kitaplardan oluşan ve her yazıda 10 adet olmak üzere toplam 30 kitaba dair söyleyecek şeyleri olan bir yazı dizisi. Yine her yazıda 5 yerli, 5 yabancı kitap olacak. Bu kitaplar arasında Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları ya da Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u olmayacak. Muhtevasında daha güncel ve daha kuşatıcı metinler olan eserler yer alacak. Böylece şehir üzerine düşünmek isteyenler işi bir nebze kolaylaşacak, diye düşünüyorum. Buyurun başlayalım.