Modern dönemin bilme biçimlerinin 1968 Anlamlılık kriziyle beraber esaslı bir eleştiriye tabi tutulduğu, 70’lerle birlikte ise pek çok bilim dalında ve düşün alanında eleştirel ya da çok paradigmalı bir döneme geçildiği çokça değerlendirilen bir husus. Diğer yandan coğrafya gibi bilim alanında anakronik ilerleyen ve diğer sosyal bilim dallarından farklı olarak hala epistemolojik ve ontolojik kopuşunu derleyen bir alanın ele alınması bu bakımdan değerli bir yerde durmakta. Hele ki toplumsala, güç ve iktidara bu kadar içkinken hala “pozitivist kalkan”ın en hafif ifadeyle utangaç yordamına sığınması arkeolojik bir kazı gerektirmekte. Bununla birlikte işbu yazının konusu coğrafyadan çok harita bilimi olan kartografya üzerine. Kartografyanın seçimi ise coğrafyanın bu en “bilimsel” ve en “objektif” damarlarından birine dokunma ihtiyacından ileri geliyor. “Bilinenin bilindik olmadığı” savıyla bir “görme biçimi” olarak haritanın sınıflar- değerler- ideolojiler üstü olmayan inşai yapısının deşifre edilmesi ise yazının temel motivasyonu.
Harita ve Harita Yapımında Epistemolojik Kırılma
Harita yapımı yaygın görüşe göre; sanat, bilim ve teknolojinin toplamı olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan sanat mı ya da bilim ve teknoloji mi olduğu meselesi ise konuya farklı yaklaşanların farklı referanslarını oluşturmakta. Yaklaşımların iki temel epistemolojik ayrımdan yola çıktığını söyleyebiliriz. Empiristler, pozitivistler haritayı sanatın değil bilimin bir parçası olarak nesne ile ilgili olanın alanına koyarken, dış dünyaya ait, gerçekliğin temsili (represents reality) olduğunu kabul etmektedirler. Dolayısıyla bu bakış açısı haritanın nesnelliği iddiasını taşır. İdealistlere, rasyonalistlere göre ise harita subjenin alanında kalır, zihinseldir (akılsal). İç dünyanın bir uzantısıdır, gerçekliğin yaratımıdır (creates reality) ve illaki öznellik taşır (Azócar Fernández & Buchroithner, 2013: 3). Buradan hareketle farklı yaklaşımların kartografik düşüncede epistemik bir kırılmayla pozisyon aldığı, bu kırılma/kopuşun yukarıda bahsedilen modern ve modern sonrası döneme denk düştüğü ifade edilebilir. Haritanın ve harita yapma işinin bilimin bir konusu olduğunu vurgulayan temsilci/sunumcu yaklaşım ve haritanın güç ilişkilerine haiz olduğunu vurgulayan sosyal inşacı yaklaşım söz konusu kırılmanın iki boyutunu oluşturuyor. İlk görüşe göre – ki haritacılar ve standart kartografya buradan ilerliyor- harita bir çeşit iletişim sistemidir. Crampton (2001) ve Harley (1989) bu noktayı oldukça detaylı bir şekilde ele alıyor: Buna göre olanın temsiline odaklanan harita, gerçekliğin ikonlar, simgeler ve çeşitli gösterim teknikleriyle kategorize edilerek sunulmasıdır. Ateorik bir temsil olduğu için de ideoloji dışı, masum ve nesneldir. Dolayısıyla da harita gerçeğin temsili olup, gerçeğe en uygun, doğru haritayı üretebilmek ise asıl amaçtır. Bu bakış açısı çoğunlukla kartografyada 1950/60’ların hakim paradigması olan “bir iletişim sistemi olarak harita” yaklaşımıyla örtüşmektedir. Haritacı ve kullanıcısını ayrı konumlandırarak (daha doğrusu böyle bir dikotomiyi bilinçli olarak kurarak) haritanın, haritacıdan kullanıcıya yönelik bilgi aktarımı işi gördüğünü, harita yapanın ise bağımsız olduğunu söyleyen bu yaklaşım bugün çokça eleştirilmektedir. Diğer yandan ülkemizde özellikle okul coğrafyasının baskın coğrafya yapma biçimi olması nedeniyle hala oldukça günceldir. Söz konusu yaklaşımın sayısal devrim sonrası kendisini revize ederek “model olarak harita” mantığıyla ve 90’ların yıldızı coğrafi bilgi sistemleri (GIS) ile transforme olarak sürdürülebilirliğini sağlaması da burada etkili.
İletişim ve temsil odaklı harita yaklaşımı sosyal inşacılarca pek çok yönden eleştirilmekte. Meşhur “Haritaların Yapıbozumu” (Deconstruction the Map) isimli makalesinde Harley, haritaların politize dokümanlar olduğu, güç ilişkilerinden azade olmadığı, saklı bir gündeminin olduğu ve “ikinci bir text”e sahip olduğunu belirterek, haritaların bilinen teknik üretimlerinin dışında bir de kültürel üretimlerinin olduğunu ekliyor. Kültürel üretim ise bilimsel prosedür ve tekniklerden çok tarihsel bir bağlamla anlaşılabilir. Dolayısıyla harita yapımı geometri ve teknoloji ile olduğu kadar norm ve değerlere de dönük, toplumsal kuvvetlerin etkinliğini de içeren bir konu. Harley, temel argümanlarını ise politik güç ilişkilerini ve söylem içeriğini serimlerken Foucault’dan, haritanın “doğanın aynası”na (a mirror of nature) göre çok daha iyi bir metafor olan bir çeşit text olduğunu ve sosyal inşanın parçasını olduğu söylerken ise Derrida’dan seçiyor. Buna göre kartografi güç ve söylemin inşası olup harita bir iktidar aracıdır. Aynı zamanda güçlü bir retorik içeren kültürel bir metindir. Toplumsal antropoloji çalışmalarında da öne çıkarılan bu görüş, evrimsel olarak gelişen ve ilerleme fikrini reddederek, doğalın temsili olduğu savlanan haritanın denaturalize edilerek objektiflik kabuğunun kırılmasına odaklanıyor (Harley, 1989).
Yapısal Bir İnşa Olarak Harita
Başa dönersek, mekânı karakterize eden, imajlar ve simgelerle kendine dair bir dil (lejand/gösterim) yaratan, yine mekanın ve mekânsal ilişkilerin ölçeklenmesi ile coğrafi bir simülasyon (özellikle 1:1) ve hiyerarşi oluşturan haritaların “sadece haritacılara bırakılmayacak” kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Harita ve harita yapımı haritacının bireysel imgeleminden ve zihinsel tasavvurundan çok sahip olduğu habitusun etkinliğine, gömülü değerlerine bağlı. Haritacının içinde bulunduğu toplum ve toplumun coğrafya yapma anlayışı, hakim paradigma haritanın içeriğini ve etkinliğini belirliyor. Dahası çoğu eleştirel (beşeri) coğrafyacının da ifade ettiği gibi, haritanın nasıl da sömürge kuvvetlerinden birine dönüştüğünü, kolonyal – postkolonyal işlevlerle donanabildiğini bugün artık açıkça görebiliyoruz. Örneğin tarihsel süreçte sıkça tekrarlandığı gibi haritaların merkezine yapılan konumlama ile içe dönük/etnosantrik bir bakış açısının geliştirilmesi söz konusu olabiliyor (Resim I).
Modern dönem öncesi teolojik amaçlara konu edilen haritalar sonradan sömürge faaliyetlerinin başarısını belirleyecek kritik bir enstrümana dönüşüyor. Özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda keşifler çağında harita yapımı ve tekniğindeki ilerleme neredeyse coğrafyanın yalnızca kartografi üzerinden yürümesine neden oluyor. Harvey’in Postmodernliğin Durumu’ nda (2010) çok da güzel ifade ettiği gibi Ortaçağ haritaları duyulara seslenirken Rönesans ve Aydınlanma ile mülkiyet ilişkilerine, kapitalist modernleşmeye konu olacak mekânın gösteriminin de temelleri atılıyor (Resim II). İşin gerçeği feodal döneme göre daha nesnel, daha pratik ve daha işlevsel/geçerli bir mekânsal düzenlemeye ihtiyaç duyuluyor ve harita görece daha ideal bir bilgi aracına dönüşüyor. Bu aynı zamanda coğrafi keşifler ile bilinebilir dünyanın bilgisini içeren ve bir güç haline gelen haritaları, bu sefer tanrının mutlak mekânının gösterimi olmaktan çıkarıp özgür insanın yararına yönelen matematiksel mekân haline getiren sürece denk düşüyor. Ekonomik faaliyetler, sermaye birikimi mekânın rasyonelleşmesi ve koordinasyonunu zorlarken, mekân hikâyesini yitiriyor ve türdeşleşiyor. Bu durum aynı şekilde haritalarda da geçerli oluyordu. Ayrıca harita ile tüm dünya nüfusu tek bir zemin üzerinde gösterilebilir, bütünleştirici bir yöntem ve muhteva sağlanabiliyordu: “… yani haritanın bütünselleştirici bakış açısı, coğrafi farkların orta yerinde ulusal, yerel, kişisel kimliklerin inşasına yönelik güçlü bir kavrayışı olanaklı kılıyordu” (Harvey, 2010: 281).
Modern dönem ve ulus devletlerin ortaya çıkışı yine harita ve haritalamayı öne çıkarıyor. Çünkü yeni dönemin coğrafi siyasası vatan – ulus gibi kavramlar üzerinden yürüyor ve kutsal vatan toprağı mitsel, ütopik ve soyut bir mekan olarak üretilirken iş yine haritalara düşüyor. Tanrısal ve biricik, ecdat yadigârı anavatan-vatan sınırları çizilerek, içerdekiler ve dışardakiler ayrılarak adeta dünyanın merkezine konuluyor. Politik ve toplumsal inşa coğrafi inşa ile tamamlanıyor. Okul coğrafyasının nesnel, masum ve tarihi bir gerçek olarak sunduğu ülkenin mekânlaşması ve ülke mekânın harita ile aynen (!) temsil edilmesi serüvenin toplumun ve toplumsal mekânın mistifikasyonu olarak beliriyor (Resim III).
Sonuç
Haritalar genellikle zaten öyle olduğu varsayılan, olanın ifadesinden ayrı düşünülmeyen, değer ve deneyimden bağımsız ve her dönem için aynı düşünsel pratiğe konu olan bir çeşit bilgi biçimi olarak görülüyor. Gerçeğin temsilinde araç olarak harita sanılanın aksine hem bir üretim hem de bir üretim aracıdır. Fransız Marksist coğrafyacı Lacoste’un dediği gibi sıradan bulunan ve okul günlerine yönelik gibi görünen harita bir manzara/peyzaj betimlemesinden çok tüm toplumun zihnini ve pratiğini hedef alır.
Diğer yandan haritaları coğrafyanın Leviathan’i gibi görmek de çok yerinde olmayacaktır. Fiziksel çevrenin kültürel peyzaja dönüşümünü doğru okumak, haritayı ne salt kurgu ve zihin ürünü olan bir yapıntı, nesnesinden bağımsız bir ilişki ne de saydam bir bilgi biçimi olarak değerlendirmek doğru olacaktır.
Dolayısıyla yapılan inşa ve temsil ayrımı, haritayı nesneleştirme ve temsillerine indirgeme gibi anlayışları eleştirirken, Hümanist coğrafyacıların, postyapısalcı ve postmodern yaklaşımların Kültürel ve Mekânsal Dönüş (Cultural–Spatial Turn) ortamında yaptığı eleştirileri göz ardı etmeyen bir zeminden de beslenmektedir. Sosyal inşaya yönelik yaklaşımların hakkını teslim etmek, güç ilişkileri-toplumsal çıkarlar ve bunların tarihsel coğrafi materyalizm bağlamlı ekseninden sapmayı gerektirmemektedir.
Pınar Yurdadön Aslan
blog@sosyalbilimler.org
sosyalbilimler.org Blog Yazarı
Kaynakça
- Azócar Fernández, P. I. & Buchroithner, M. (2013). Paradigms in Cartography: An Epistemological Review of the 20th and 21st Centuries, Berlin: Springer,
- Crampton, J. (2001). Maps as Social Constructions: Power, Communication and Visualization, Progress in Human Geography, 25 (2), 235-252.
- Harley, J.B. (1989). Deconstructing the Map. Cartographica, 26 (2), 1-20.
- Harvey, D. (2010). Postmodernliğin Durumu,. (S. Savran, Çev.). İstanbul: Metis.
- https://www.themappamundi.co.uk/mappa-mundi/
- https://www.mapsland.com
- https://www.davidrumsey.com
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.