1983 Cannes Film Festivali’nin açılış filmi The King of Comedy [Komediler Kralı] (1982), televizyonda yer edinmek için idolünü kaçıran hevesli bir komedyenin hikayesini anlatır.
Rupert Pupkin (Robert De Niro), sahne kapılarında imza peşinde koşan ve kariyerine yön vermekte zorlanan biridir. Başarılı bir talk şov sunucusu olan Jerry Langford (Jerry Lewis) ile tanıştıktan sonra nihayet “büyük çıkış”ını yakaladığına inanır. Şovda bir yer edinmeye çalışır ancak Langford’un personeli ve nihayet Langford’un kendisi tarafından sürekli olarak reddedilir. Danışma salonlarında, ankesörlü telefon kuyruklarında sürekli bekler, ısrarla skeçlerini Jerry’ye ulaştırmaya çalışır. Nihayetinde kasetlerini dinlediklerinde, “gelişmesi gerekiyor” yanıtını aldığında umutsuzluğa kapılacağına daha da hırslanır. Rupert için sıfırdan başlama kavramı adeta yok hükmündedir ve zirveye giden kısa yolu keşfedemese bile icat etmekte oldukça ısrarcıdır. Bütün bu sürümceme halinde Rupert, kendisinin ve Langford’un arkadaş olduklarına dair karmaşık ve saplantılı fanteziler kurar. Hoşlandığı Rita’yı etkilemek isteyen Rupert, Langford’un evine davetsiz olarak gitmeye karar verir. Langford bir golf maçından eve geri döndüğünde Rupert ve Rita’nın eve yerleşmekte olduğunu görür. Öfkeli şovmen Rupert’a hiddetli bir nutuk çeker ve “hiçbir işe yaramayan delinin biri” olduğunu söyler. Bu noktada seyircinin Rupert’ın “Senden 50 kat daha ünlü olacağım.” sözünü ciddiye alması pek de mümkün değildir; ne de olsa Rupert o zamana kadar herkes tarafından ezilen, adı her defasında -önemsizmişçesine- yanlış söylenen (bazen kabak anlamına gelen Pumpkin olarak) komedyen sadece dengesiz bir hayalperest gibi görünmektedir.
Düz yaklaşım işe yaramayınca, Rupert, Langford’a aynı şekilde takıntılı olan takipçisi Masha’nın (Sandra Bernhard) yardımıyla kaçırma planını hayata geçirir. Fidye olarak da, o akşam Jerry Langford Show’da (konuk Tony Randall tarafından barındırılan) açılış konuşmasını yapacağı gösterinin yayınlanmasını ister. Televizyon yetkilileri ve FBI, şov yayınlandığında Langford’un salıverileceğinden emin olduklarında Rupert’ın isteklerini kabul ederler. Tabii bütün bu karmaşadan Masha’nın da payına düşen bir şeyler vardır. Gösterinin kaydedilmesi ve yayın arasında, Langford’la hayalini kurduğu randevuyu yaşar. Tek bir detay dışında: hayallerindeki adam sandalyeye bantlanmıştır. Masha’nın filmin başından beri gösterdiği histerik ve kavgacı tavır, Langford’un kendisini çözmesini istemesi üzerine gerçek bir şansı olabileceği umuduna dönüşür ve bu vesileyle kaçmayı başaran ünlü şovmen, karanlık sokakta koşmaya başlar. Masha’da yarı çıplak ve umutsuzca peşine takılır.
Rupert’ın stand-up şovu seyirciden olumlu tepkiler alır. Gösterisi sırasında sıkıntılarla dolu hayatını (fakir bir mahallede büyümesini, ihmalkâr ve alkolik ebeveynlerini, ergenliğinde yaşıtları tarafından sürekli taciz edilişini anlatır ve kendi korkunç durumlarını) alaya alır.
Rupert, gösteriyi stüdyodakilere, şov dünyasına girmek için Jerry Langford’u kaçırdığını itiraf ederek kapatır. Seyirci, bu itirafın gösterinin parçası olduğunu düşünerek söylenenlere kahkahalarla güler. Rupert: “Yarın şaka yapmadığımı anlayacaksınız ve hepiniz delinin teki olduğumu düşüneceksiniz. Ama şunu şöyle düşünüyorum: bir gece için bir kral olmak, bir ömür boyu ezik olmaktan daha iyi. “
Film, Rupert’ın hapishaneden tahliye olduğu ve uzun zamandır beklenen otobiyografisi “Bir Gecelik Kral”ın yayınlandığı haberiyle sonlanır. Raporda, Rupert’in hâlâ Jerry Langford’u akıl hocası ve arkadaşı olarak gördüğü ve kendisinin ve menajerinin halihazırda komedi turları ve anılarının film uyarlaması da dahil olmak üzere “cazip teklifler” aldığını bildirir. Finalde Rupert canlı özel bir programda sahne alır; bir spiker onu coşkuyla tanıtıp över, yönetmen ise bütün bunların gerçek mi yoksa Rupert’in fantezisi mi olduğuna karar vermeyi seyirciye bırakır.
Filmin gerilim ve satir arasında gidip gelen yapısı, yönetmenin de başrolün de muazzam bir performans gösterdiklerini ancak bir şekilde öne çıkmamayı başardıklarını gösterir. Örneğin Rita ve Rupert evine geldiklerinde ya da Masha kendisine telefon ettiğinde Langford’un dış-misafirlere kapalı hayatının tasvirinde açık bir rahatsızlık duygusu baş gösterir (“Bu numarayı nasıl aldınız?”) Bu kapalılık hali, Pupkin’in hayırı cevap olarak kabul etmeyişiyle bozulmaya başlar. Onun dünyasında Jerry bir “arkadaş”tır ve kendisi de onun tahtının varisidir. Onu, bunun aksine inandırabilecek hiçbir kanıt yoktur. Bu konudaki gerçek hesaplaşma filmin üçüncü devresinde, Pupkin’in performansını gördüğümüzde -stand up gösterisinin iyi mi kötü mü olduğunu keşfetmesiyle- ortaya çıkar. Hırslı şovmen şaşırtıcı esprileriyle seyirciyi yakalamayı başarır.
Finalde, Rupert’ın ünlü olduğu sahnelerin gerçek mi fantezi mi olduğu konusuna dönersek, Martin Scorsese filmdeki fantezi algısına ilhamı Michael Powell yapımlarından aldığını belirtmiştir. Ona göre, Powell fanteziyi gerçeklikten farklı bir şekilde işlemez. Bu nedenle de fantezi sahnelerini en az gerçekliği yansıtan sekanslar kadar hakiki kılmayı hedefler. Rupert Pupkin karakterinin fantezileri ve gerçeklik arasında ayrım yapamayışı da bu seçimin bir sonucudur: “Fantezi gerçeklikten daha gerçektir.”
Rupert Pupkin aslında tam da bu ayrıma varamayışı nedeniyle Scorsese’nin daha ünlü bir karakterine, Travis Bickle’a benzetilmiştir. Her iki karakter de gerçeği değerlendirme yetisinden yoksundur, yani objektif ve subjektif gerçeklik arasına çizgi çekmekten acizdir. Travis, Betsy’nin kendisini istemediğini bir türlü anlamaz/kabullenmek istemez. Rupert ise Jerry’yi takıntı haline getirir.
Tonun belirsizliğine rağmen, Scorsese’nin bir yapımcı olarak becerileri aşikârdır. Fanteziler ustalıkla gerçekliğe sızar; ustaca çekilmiş sokak sahnelerin, New York keşmekeşinin sis içindeki kaçık sakinleri arasından sıyrılan Rupert Pupkin’in tuhaf, gerçeküstü ve dikkat çekici görüntüsüyle yoğrulur ve ortaya duvardaki histerik seyircilerle dolu bir fotoğrafa seslenerek kendi içsel monoloğunu sürdüren korkutucu bir figür çıkar (Scorsese’nin kamerası geriye gider ve uzakta durur). Scorsese, Alfred Hitchcock’un filmlerinde görünmelerine benzer bir yaklaşımla kamyonetteki adam ve daha sonra Jerry Langford Şov’da direktör olarak karşımıza çıkar. Bütün bunlar filmin merkezinde gerçeklik algısını yıkmaya (dördüncü duvara) yönelen bir tavır olduğunu ortaya koyar. Hikaye boyunca sürekli karşımıza çıkan televizyon ekranları bunun kanıtıdır. Daha da önemlisi, film Mulvey’in seyirci-izleme ilişkisi üzerine söylediklerini büyük ölçüde tekrarlar. Mulvey, sinemanın insanlara skopofili imkanı sağlayarak haz verdiğini bunu da karanlık bir salonda dış etmenlerden kopuk olarak, ekrandakini bir nesne konumunda gözetlemeye ve bundan zevk almaya olanak vererek yaptığını söyler. Mulvey’ye göre, “sinemada izleyiciler çok belirgin bir şekilde teşhirciliklerini baskılama ve baskılanan arzularını oyuncuya yansıtma konumundadırlar”.
Bu noktada, Pupkin’in de Jerry’yi aynı gözetleme konumunda izleyip bundan haz aldığını ve kendisini de başkaları için bir fetiş nesnesi haline getirme açlığı çektiği söylenebilir. Bu durum, kendisini Jerry ile özdeşleştirmesinden doğan yani toplumdaki ezilmiş, baskılanmış konumunu terk etmesine/reddetmesine vesile olan bir algıya sahip olma çabasından da ibaret olabilir. Bu nedenle finaldeki şov sahneleri Jerry’nin bir elektronik dükkânının vitrininde gözünün takıldığı ekranlarda da verildiklerinden fantezi kategorisinde değillerdir. Ancak hapisten çıkması, kitap yazması gibi ayrıntıların gerçekliği tamamen seyircinin takdirine bırakılmıştır.
Filmin medya dünyasındaki rekabet, sömürü ve bir konuma gelip tutunmanın zorlukları hakkında kurduğu kısa cümleler ise ikinci planda kalır. Televizyonda gösterilenlerin gündelik hayattan daha yüksek bir “gerçeklik” kabul edildiği bir dünyadaki rahatsız edici görüntü, karanlık ve komiktir. Filmin şaşırtıcı sonu ise, Pupkin’in Amerikan Rüyası’nın Amerika’nın gerçeğine dönüşeceği kehanetinde bulunur.
Zeynep Şenel Gencer
Sosyal Bilimler / Sinema Editörü
zeynep@sosyalbilimler.org
Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org’a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryal politikasını yansıtmayabilir.