Sosyal Bilimler | Kayda Değer Akademik Metinler

Sosyal Bilimler

Blade Runner’ın Ürkütücü Derecede Öngörülü Gelecek Vizyonu - Sosyal Bilimler
Sosyal Bilimler

Blade Runner’ın Ürkütücü Derecede Öngörülü Gelecek Vizyonu

Şirketler nasıl hissedeceğimizi kontrol edebilecek kadar güçlenebilirler mi? Makineler öfkelenebilir mi -kendilerini yaratanlara kızabilirler mi? İnsanlar makineleri sevmeyi öğrenebilir mi?

Bunlar, Ridley Scott’ın bir kuruluşun yarattığı ürünün makine-insan ayrımının sınırlarını zorladığı etkili neo-noir filmi Blade Runner [Bıçak Sırtı – 1982] filminin öne sürdüğü sorulardan sadece birkaçı.

Blade Runner‘ın orijinal teatral gösterimine yeniden incelersek –onun da aynı devam filmi Blade Runner 2049‘da olduğu gibi, teknolojiyle ilgili ikilemi ve insan duygularını kontrol altına almaya yönelik kurumsal girişimler hakkındaki ürpertici derecede öngörülü vizyonuyla büyük bir şaşkınlığa kapılırız.

Katil Makineden Aşık Makineye

Film, gösterime girdiği dönemde kayıtsızlıkla karşılandıysa da, eleştirmenleri yapımın 2019 Los Angeles’ını tahayyül etme tarzının harika biçimde atmosferik ve sanatsal anlamda rahatsız edici olduğunda hemfikirdi. Kirli, yağmurdan sırılsıklam Melekler Şehri’ne hakim Tyrell Şirketi’nin İsim babası Dr. Tyrell (Joe Turkel) “Burada Tyrell’da ticaret bizim yegane hedefimizdir. Desturumuz, ‘İnsandan daha insan’ dır.” diye açıklar.

Tyrell, replikantlar adı verilen, insanlardan ayırt edilmesi zor robotlar üretir. Bu robotlar, işçi-köleler olarak –”savaş modeli” veya “zevk modeli” gibi adlarla– tasarlanmışlardır ve dört yıldan sonra ömürlerini doldurmaktadırlar.

Batty (Rutger Hauer) ve Pris (Darryl Hannah), esaretten kaçıp kendilerine üreticileri tarafından verilen dört yıllık ömrün ötesinde hayatlarını uzatmayı umut eden küçük bir isyancı replikant topluluğunun iki üyesidir. Bu replikant modelleri, Tyrell’ın makinelerin anksiyetelerine karşı tampon vazifesi görmesi için yerleştirdiği sahte anılara sahiplerdir. Umulanın aksine, bu anılar ulaşılamaz bir geleceğe dair özlem yaratırlar. Ve makineler de insanlar gibi muamele görmek istemeye başlar.

Deckard (Harrison Ford), kaçan makineleri yok etme görevi verilmiş bir polis memuru (ve belki de kendisi de bir replikantdır). Araştırması sırasında, dört yıllık hizmet süresine dair kurumsal teminatı olmayan özel bir replikant ile karşılaşır. Güzel Rachael (Sean Young), Deckard’ı kurtarmak için kendi türünden birini öldürür. Bu durum Deckard’ı yaşama isteği ve Tyrell Corp’un kendisi için düşlediği varlığın ötesinde sevme yetisi kazanmış bir makineye karşı gün geçtikçe çoğalan hislerini kabul etmeye yöneltir.

Deckard’a karşı en büyük meydan okuma, açıkça, var olmak için duygudan yoksun Deckard’dan daha fazla tutkuya sahip savaş modeli Batty’den gelir.

Filmin doruk noktası, Deckard ile Batty arasındaki ölümün düellosudur ve Batty, sadece Deckard’ı kurtarmakla kalmaz, aynı zamanda merhametli olmayı da başarır. Deckard, Batty’nin süresinin doluşunu izlerken, replikantın kendisinden kaçtığı o son anda makinenin yaşama arzusunu da kıskanır. Batty bu dünyadaki insanlardan daha insan görünmektedir ama Tyrell’in mottosu hem aydınlatmak hem de tuzağa düşürmektir.

Deckard’ın filmin sonundaki Rachael ile kaçma kararı, hem kuruluşun hem de toplumun kurallarıyla çelişmektedir. Fakat aynı zamanda makine ve insan hayatının başarılı, akıcı bütünleşmesinin de bir işaretidir.

Blade Runner topluma hizmet etmek için insan makinelerin yaratıldığı bir dünya tahayyül ediyor, ancak Deckard’ın bu replikantlarla ola etkileşimleri, aradaki sınırın inceliğini ortaya çıkarır: Konumu, bir makine katili olarak görev yapmaktan bir makineye aşık olmaya evrilir.

Makinelere Yenik Düşen Bir Dünya

Günümüzde, şirketler, makineler ve insanlar arasındaki ilişki, modern hayatı, Ridley Scott’ın –en gerçek dışı ve en distopik hayallerinde bile– 1982’de öngöremeyeceği ölçüde tanımlıyor.

Blade Runner‘da yerleştirilmiş anılar, gıpta ile bakılan (ancak sahte) aile fotoğraflarıyla destekleniyor. Yine de hafızanın kırılgan ve şekil verilebilir olduğu bir dünya, tümüyle mümkün ve tanıdık görünüyor. Son zamanlarda yapılan çalışmalar, insanların anılarının,  sosyal medyadaki yanlış bilgilendirmelerle-ister sahte terörist saldırılara dair ister 11 Eylül‘den sonra kutlama yapan Müslümanlar hakkında olsun- çarpıtılmaya giderek daha müsait hale geldiğini gösterdi. Bu yanlış bilgiler sosyal medya ağlarında yayıldığında, sahte kolektif anılar yaratabilir ve bunları güçlendirebilir, seçim sonuçlarını çarpıtabilecek veya küçük kasaba histerisi uyandırabilecek bir gerçeklik krizini teşvik edebilir.

Aynı anda Facebook, kullanıcılarının hislerini nasıl manipüle edebileceğine dair çalışmalar yaptı–ve yine de her gün bir milyarın üzerinde insan, gönüllü bir şekilde kitlesel veri toplama çabalarına dahil olmak üzere bu ağa bağlanıyor.

Teknolojiye olan hayranlığımız Scott’ın tahayyül ettiği tam gelişmiş aşk ilişkisinden daha az dramatikmiş gibi görünebilir; fakat asla daha az saplantılı değildir. Telefonlarını günde 150 defadan fazla kontrol eden Y kuşağını göz önüne alırsak, çoğunlukla akıllı telefonlarımızı insani sosyal etkileşimlerin önünde tuttuğumuzu söyleyebiliriz. Aslında insanlar gittikçe akıllı telefonları olmadan yaşayamayacaklarını düşünürken, birçok kişi cihazların ilişkilerini bozduğunu söylüyor.

Ve tam da neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt edemez –Twitter botlarının ve üzerinde oynanmış fotoğrafların, trollük ve sahte öfkenin, mekanik evcil hayvanların ve plastik cerrahinin dünyasında- hale geldiğimiz ihtimaliyle karşı karşıya kaldığımız bir zamanda Deckard’ın Tyrell Corp’a ulaştıktan sonraki ilk sohbetini anımsayarak bu amaca hizmet etmiş olabiliriz: Deckard, bir baykuşu işaret ederek sorar: “Bu yapay mı?” Rachael hiç tereddüt etmeden cevap verir: “Elbette öyle”.

Blade Runner da gerçeklik artık önemli değil.

Peki bizim için daha ne kadar önemli olacak?

Çeviri: Zeynep Şenel Gencer
sosyalbilimler.org Sinema Editörü
sinema@sosyalbilimler.org

Künye: Marsha Gordon, Blade Runner’s Chillingly Prescient Vision of the Future, The Conversation, 6 Ekim 2017

Yasal Uyarı: Yayımlanan bu yazının tüm hakları sosyalbilimler.org‘a aittir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Aksi taktirde bir hak ihlali söz konusu olduğunda; sosyalbilimler.org, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ilgili hükümleri gereğince maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Ancak yazının bir bölümü, alıntılanan yazıya aktif link verilerek kullanılabilir. Her türlü alıntı, (her müstakil yazı için) 200 kelime ile sınırlıdır. Alıntı yapılan metin üzerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz. Bu metinde yer alan görüşler yazara aittir ve sosyalbilimler.org’un editöryel politikasını yansıtmayabilir.

sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.


sosyalbilimler.org'da yayımlanan çalışmalar ile ve yeni çıkanlar arasından derlenen kitapların yer aldığı haftalık e-posta bültenine ücretsiz abone olmak için bu sayfa incelenebilir.

Telegram Aboneliği


sosyalbilimler.org’da yayımlanan metin, video ve podcastlerin paylaşıldığı Telegram grubuna katılmak için buraya bakılabilir. Söz konusu grubun, kuruluş nedeni, işleyiş, güvenlik hususu, sorumluluklar ve diğer detaylar için bu sayfa incelenebilir.

sosyalbilimler.org’a Katkıda Bulunabilirsiniz.

sosyalbilimler.org'da editörlük yapabilir, kendi yazılarını yayımlayarak blog yazarımız olabilir veya Türkçe literatüre katkı sağlamak amacıyla çevirmenlik yapabilirsin. Mutlaka ilgi alanına yönelik bir görev vardır. sosyalbilimler.org ekibine katılmak için seni buraya alalım!

Bizi Takip Edin!

Sosyal Bilimleri sosyal ağlardan takip edebilir, aylık düzenlenen kitap çekilişlerimize katılabilirsiniz.